Procter & Gamble Türkiye Genel Müdürü Saffet Karpat kendine güvenli, ayakları yere sağlam basan, sakin ve tutarlı çalışma anlayışıyla nasıl başarılı olunabileceğinin sırlarını anlattı. Bu yazı da light kariyerliler için…
“Başarı için hayata bağlı olmak lazım”
Procter & Gamble Türkiye Genel Müdürü Saffet Karpat kendine güvenli, ayakları yere sağlam basan, sakin ve tutarlı çalışma anlayışıyla uzun soluklu başarılara imza atmış.
Eğer birileri size başarının bir anda gele c e ğ i n i , fırsatları kaçırmamanız gerektiğini dayatıyorsa kendinizi doğru hamleyi yapabilmek için ferma duruşuna geçmiş bir av köpeği gibi hissetmeniz gayet normaldir. Ya o beklediğiniz fırsat siz tam yıllık izindeyken çıkarsa? Ya önünüzdeki fırsatı yeterince çabuk davranamayıp elinizden kaçırırsanız? Tüm planlarınızı bu “fırsatçı başarı miti” üzerine kuranlardansanız ne yıllardır doğru düzgün tatil yapıyorsunuzdur ne de yaptığınız işten zevk alıyorsunuzdur. Müthiş bir stres altında kendinizi geliştirmeniz de mümkün olamadığından, şu beklediğiniz fırsatın başkalarına çıkması kaçınılmazdır. Bu da sizi daha da strese sokar. Forbes dergisi tarafından yapılan bir çalışmada ABD’de piyasa değeri en yüksek marka olan Procter & Gamble’ın (P&G) Kafkasya ve Orta Asya Bölge Başkan Yardımcısı ve Türkiye Genel Müdürü Saffet Karpat, bu noktaya acele etmeyerek, görüşlerini ezdirmeyerek, tatillerinden ve özel zevklerinden ödün vermeyerek, en önemlisi de hayatla bağlantısını koparmadan ulaşmış. En büyük sırrı ise sevdiği işi yaparken terfi etmek yerine yaptığı işten bir şeyler öğrenmeye odaklanmak. Karpat’ın sırrını baştan verdik ama diğer sırlarından nasiplenmek isteyenleri röportajın satır aralarına davet ediyoruz.
Üniversite tercihinizi nasıl yaptınız?
Daha lise ikinci sınıftayken işletme seçmeye karar vermiştim. Ekonomi bilimini seviyor ama hayata da daha yakın bakmak istiyordum. O zaman hocaları nedeniyle Türkiye’de en iyi işletme İstanbul Üniversitesi’ndeydi. Yeterli derecede İngilizcem olduğundan burası birinci tercihim oldu.
Master yapmayı planlamış mıydınız?
Lisans eğitimimi 1976-81 yılları arasında yaptım. Türkiye için zor yıllardı. Üniversitelerdeki olaylar ve baskı yönetimi nedeniyle zor bir ortamda okuduk. Bitirince direkt iş hayatına girmek istiyordum ama bu koşullar nedeniyle yurtdışında okumak istedim. O sıralar Lozan’da çok iyi bir okul vardı, orayı tercih ettim. Hem Fransızca’yı hem de farklı bir eğitim sistemini öğrendim.
Bitirdikten sonraki planınız neydi?
Okul biter bitmez ülkeme dönmeyi düşünüyordum ancak kişisel nedenlerle İsviçre’de kalmam gerekti. Daha lisans yıllarında endüstride çalışmak istediğime karar vermiştim. Üretimi, bunun pazarlamasını ve dağıtımını, satışını yapan bir yapıda çalışmak istiyordum. Bankacılık, sigortacılık gibi servis sektörleri ilgimi çekmiyordu. P&G’yi seçme nedenlerimin başında müşterilerle iç içe olması, hayata dokunması geldi. Siyah takım elbiseyle çalışmaktan hiç hoşlanmadım. Daha hayata bağlı bir şirkette çalışmak istiyordum. Bugün bile vaktimin yüzde 70’ini ofis dışında geçiriyorum.
P&G’de öne çıkmayı nasıl başardınız?
Arkadaşlarım arasında ne zaman terfi edeceğini, başkasının niye kendinden önce terfi ettiğini çok sık düşünenler vardı. Zaman aralıkları çok önemli görünürdü bize. Ama aslında 30 – 40 yıllık kariyer düşünüldüğünde bir ayın ne kadar önemi olabilir ki? Ancak o zamanlar çoğu arkadaşım bunu düşünemiyordu. Onlara şöyle derdim “Niye bu kadar önemsiyorsunuz, mühim olan yaptığınız işi sevmek, bu işten bir şeyler öğrenmek”. Ben terfi için çalışmadım, yaptığım işi en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Bunun sonucu olarak göze çarpıyorsunuz. Bir de aklımdan gecenleri dile getirmekten çekinmedim. Önerilerim her zaman kabul edilmedi ama bir konu üzerine çok iyi hazırlanırsanız insanları ikna edebilirsiniz. Üstünüz ya da altınızla anlaşamayabilirsiniz, bu gayet normal. Anlaşmazlıklar olduğu sürece iş hayatının kalitesi artar. Fikirlerin tartışılması hem size hem de karşınızdakilere zenginlik verir. Orta dönemli düşünmek, bilginizi artırmaya çalışmak, işbirliği yapmak, tartışmak, fikir alışverişinde bulunmak, fikirlerinizi kabul ettirmek, diğer fikir daha iyiyse kabullenmek… Bunları yaparsanız her geçen gün performansınız yükselir.
İlk büyük başarınız hangisiydi?
Daha şirkete gireli dört ay olmuştu. Kişisel bilgisayarlar ise iş hayatına yeni girmişti. 256 kilobaytlık iki disketle, 3 dakikada ancak bir dosya yüklüyordunuz. Excel’in ilk versiyonu, worksheet dedikleri program da yeni çıkmıştı. O zamanlar P&G’de hantal bir raporlama sistemi kullanılıyordu. ABD’yi telefonla arıyor, dakikalarca bağlı kalıyorduk. Telefon faturası binlerce dolar geliyordu. Şefime yeni çıkan bu programdan bahsettim, raporları bununla yapmayı teklif ettim. Denemek istemedi. Ben de bir arkadaşımı aldım ve IBM mağazasına gittik. Oradaki yetkiliye “Bu bilgisayarı alıp deneyebilir miyiz?” diye sorduk, kabul ettiler. O ekranı kucakladı, ben de kasayı, bilgisayarı ofise taşıdık. Şefim sorunca para vermediğimizi, denemek istediğimi söyledim. Oturdum bir program yazdım. Bu programla telefonla iki günde yaptığımız raporlamayı 15 dakikada yapabildik. Şefime gösterdim, şaşırdı. “Bu bilgisayarı ödünç almıştık, artık satın alırız” dedim. Bütçe yok dedi. Ben de “O zaman istifa ediyorum” dedim. O zaman bilgisayarı aldık. Program iki ayda telefon parasını çıkardı. IBM’deki yetkili de daha sonra sık sık bana gelip program nasıl kullandığımı sordu. Programı anlatmam için beni müşterilerine götürdü.
Örnek aldığınız birileri var mı?
Takdir ettiğim pek çok insan var. Hepsini sıralamak zor. Ancak şimdiki P&G’nin CEO’su A.G. Lafley’i yönetim açısından çok başarılı buluyorum. Şirket dışından ise kitapları ve yaklaşımlarıyla Jack Welch gibi uzun soluklu başarılara imza atanları takdir ediyorum. Bir de isimleri bilinmeyenler… Daha az medyatik ama işine odaklanıp personelini motive etmiş, isimleri ilk anda akla gelmeyen, 10 -15 yıl boyunca bir şirketin CEO’luğunu sürdürmüş, orta ve uzun vadeli stratejileriyle başarıya ulaşmış isimler bunlar.
Ekip arkadaşlarınızı nasıl seçersiniz?
İşi bilmesi, tecrübesi söz konusu olur tabii ki. Şirketin yaklaşımı ve kendi yapım nedeniyle işbirliği içinde, kararları katılımcı olarak alan kişileri tercih ediyoruz. Şirket içinde ben söyledim budur yerine ortak strateji belirleriz. Sadece direkt bana bağlı olanlar değil, organizasyonun her seviyesinde ekibin iç içe olduğu, yöneticilerin her kademeyle iletişim kurduğu, ilişkilerin hiyerarşiden çok sevgi, saygıya, dayanarak kurulduğu bir şirket P&G. 21’inci yüzyılda insanlar fikirlerini rahatlıkla tartışabildikleri ortamlar istiyor. Benimle çalışan arkadaşlarımın çoğu da aynı şeylere inanıyor. Fikir ayrılıkları tabii ki oluyor ama genelde yönetici yaklaşımı olarak şirket içinde nasıl bir hava yaratmak istediğimiz konusunda hepimiz hemfikiriz.
Genel müdür olunca iş dünyasına bakışınız değişti mi?
Bizim işimizde müşterilerimizi anlamak çok önemli. Her gün kullanılan markalar yaratıp satıyoruz. En büyük tehlike hayatla olan bağlantınızın kopması. İnsanlar kapanır, kendi yarattığı dünyanın en iyisi olduğunu zannetmeye başlarsa şirketin geleceği için büyük bir hata olur. Bu nedenle sürekli arkadaşlarıma dışarıyla kontak halinde olmalarını öğütlüyorum. Genel müdürle altındakiler arasında en büyük fark organizasyonel sorumluluktur. İşe bakışınızda pek bir değişiklik olmaz.
P&G’de bundan sonrası için beklenitleriniz neler?
Yurtdışında olup da Türkiye’de olmayan markaları sunmaya devam edeceğiz. Son senelerde Olay, Head & Shoulders gibi markaları getirdik. Markayı güçlendirmek hala mümkün. P&G’nin Türkiye organizasyonu çok başarılı. Ben ilk Türk genel müdür olabilirim ama benim gibi genel müdürlük seviyesinde uluslararası organizasyonda çalışan başka arkadaşlarım da var. Türkiye’de bizim baktığımız kalitedeki insanların ilk tercihinin P&G olmasını ve hem şirkete hem de Türk ekonomisine yetenekli ve başarılı yöneticiler yetiştirmeyi hedefliyoruz.
Emeklilik için planlarınız var mı?
İş dışında ilgilendiğim pekçok konu var. Müzik, tarih ve araştırma yapmayı seviyorum. Emeklilikten sonra da eve gidip 24 saat televizyon seyretmeyeceğim kesin. Büyük ihtimalle bunlarla ilgileneceğim. Olur da eğitime katkım olursa sevinirim. Zaten şu anda da Darüşşafaka’nın yönetim kurulundayım. Eski okulum olduğu için oraya destek oluyorum. İnanın yapılacak çok şey var. 21’inci yüzyılın en değerli olgusu vakit olsa gerek. Her şeyimiz var, vakit yok. Onun için ertesi gün enerjim olduğu sürece yapacak bir şeyler bulmakta zorluk çekeceğimi zannetmiyorum.
Özel hayat iş dengesini nasıl kuruyorsunuz?
Bütün tatillerimi kullanırım. Bir kitap okumak, işten başka herhangi bir şeyle uğraşmak, o ortamdan uzaklaşmak zorundayız. İş dışındaki arkadaşlarımdan uzaklaşmamaya ve gitar çalmak gibi hobilerime vakit ayırmaya çalıştım. Bu sayede insan daha dengeli ve başarılı oluyor. Vaktin tamamını kariyerine ayırmanın başarı getirdiğine inananlar kısa ve orta vadede başarılı olsalar da uzun vadede “burn out” denilen yorgunluktan tükenmeyle karşı karşıya kalıyorlar. Uzun soluklu başarılara imza atamıyorlar.
Uzun soluklu başarı için ne önerirsiniz?
Sevdiğiniz işi yapmaya çalışın. Çalışırken de düşündüğünüzü, kendi fikirlerinizi açıkça söyleyin. Genelde gençler müdürlerinin her dediğini yapmaları gerektiğini sanır ama aslında başarılı olan üstleriyle ters düşse bile fikrini açıkça söyleyendir. Hata yapmaktan çekinmeyin. Sadece terfi için değil, kendinizi geliştirmek, öğrenmek için çalışın. Şeffaf olmak da önemli. İnsanlar size güvenmeli, bir şey sorduklarında gerçekten düşündüğünüzü söylediğinize inanmalı. Bir lider için bunun değeri çok büyük.
Yazan : Zeynep AKVERDİ
Kaynak : SABAH