Psikolojinin en önemli konularından biri de algı (id rak) dır. Bu çok önemli ruhsal ögenin tanımı bilimsel olarak şöyle yapılmıştır: “Duyusal uyaranların anlamlı deneyimlere çevrilme süreci”.
Algı kavramının kuramsal ilkelerinin saptanması
Canlı ve yaşayan bir varlık olan insan, çevresinde olup bitenleri görmek, sesleri işitmek, tatları tatmak, kokularını duymak-almak, sertlik ya da yumuşaklıklarını öğrenmek gereğini duymaktadır. Bu istek ve duyarlılığın dış dünyadan iç dünyamıza yansı rnasına aracı olan beş duyu organımızdır. O halde beş duyum organimizin işlevi sonucu dış uyaranlardan alınan etkilerin zihnimize ulaşmasına duyum, duyusal uyaranların anlamlı deneyimlere çevrilmesi sürecine ise algı denilmektedir. Öyle ise diyebiliriz ki organizmada oluşan uyaran-uyarım ilişkisinden zihne ulaşan ilk belirtisine “duyum ve bu duyumun başka duyumlar aracı ile zihince kavranmasına “algı” (perceptin) diyoruz.
Yalnız algılama süreçlerini aracısız gözleme olanağı olmadığından, konuyla ilgili kuramların ve ilkelerin de dolaylı irdelenmesi yapılabilmektedir.
Konuyla ilgili araştırmacıların başında, Max Werthimer,Wolfgang, Köhler ve Kurt Koffka gibi “Gestalt” kuramcıları gelmektedir. Algılama kavramının açıklık kazanması konusunda felsefe de ilgi göstermekte ise de, algılamanın gerçek ve bilimsel temellerinin saptanması psikolojinin konusu olmuştur.
Yukarda adı geçen psikologlar, algılama konusunda “Gestalt” olarak nitelendirdikleri kurama göre algılardaki örgütlenme olayı fizyolojik olarak doğuştan gelen bir erk olduğunu savunmuşlardır. Bunlar algı örgütlenmesinin sonradan öğrenme ile ilgisinin olmadığını, doğuştan gelen örgütlenmiş bütünlerden oluştuğunu belirtmişlerdir.
Algının Özellikleri
Algı, gerek iç ve gerekse dış dünyamıza yönelen duyumlarımız aracılığıyla uzayda yer alan varlıkların tüm nitelik ve özelliklerini örgütleyip bütünleyerek kavranmasını sağlayan önemli psikolojik bir öğedir. Algının bu özelliklerini kendi öz benliğimizin algılanması için de söyleyebiliriz. Böylece çevremizdeki varlıklardan başka kendi kendimizin kavranması için de algı bir araçtır. Biz nesnel ve öznel kavramları algılarken, nicelik ve niteliklerine anlam vererek yorumlarız. Nesne ve varlıkları, biçim, büyüklük-küçüklük, ağırlık-hafiflik, uzaklık-yakınlık, benzerlik-benzemezlik , süreklilik gibi özellikleri açısından çok farklılıklar gösterirler.
[highlight]Algı, bu farklılıkları her nesnenin özelliklerine göre örgütler ve bütünler halinde kavranmasını sağlar.[/highlight]
Algının bir özelliği de değişmezlik özelliğidir. Hangi zeminde, hangi mekanda, hangi hal ve durumda olursa olsun daha önce algıladığımız bir nesnenin değişmezlik özellikleri vardır. Bu özellikler genel olarak hacım, biçim ve renk olarak özetlenebilir.
Algılamanın bir konusu da zaman algısıdır. Genel anlamıyla 1. ay, hafta, gün, saat, dakika, saniye ve salise olarak sistemleştirilmiştir. Ancak bir de kişilere ve olaylara göre düşünülen bir zaman algısı oluşmaktadır. Örneğin uyuyan bir insan için uyuduğu süre kısa bir süredir. Bir olaydan dolayı uykusu kaçan bir insan için ise uykusuz geçen süre en uzun bir süredir.
Algı Yanılmaları
Algı yanılmaları konusu duyum organlarının uyaranlarca yanıltılması sonucu oluşan bir algı yanılgısıdır. Örneğin çok uzun boylu bir kişi, kısa boylu bir kişinin yanında daha uzun görünür, esli ve gürültülü bir ortamda işittiğimiz bir sesi gürültüsüz bir ortamda işittiğimiz zaman o sesi daha yüksekmiş gibi algılarız. Mutfakta yemek pişiren bir hanıma, pişirdiği yemeğin kokusu hafif gelir, ama bir süre dışarı çıkıp tekrar mutfağa döndüğünde aynı kokuyu daha çok ve ağır hissedecektir. Avucumuza aldığımız sert bir cisimden sonra aldığımız yumuşak bir cisim daha yumuşak algılanır. Ekşi bir gıda maddesinden sonra ağzımıza alacağımız bir tatlı daha tatlı imiş gibi algılanır. Buna psikolojide “illüzyon” denir.
Bir başka yanılma olayı da ortada hiçbir duyum ve uyarım yokken zihnin kendi kendine bir nesne uydurması demektir. Bunun bıı* hastalık belirtisi olduğunu söylemek de mümkündür. Buna da psikoloji de “sanrı” ya da “hallüsinasyon”denilmektedir.