Bir düşünün, her hangi bir konu için;
“Aa öyle olduğunu hiç fark etmemiştim.” dediniz mi hiç?
“Yaa öyle miymiş, hiç farkında değilim.” dediğiniz oldu mu?
Peki ya “Bunca zamandır önünden geçiyorum şimdi fark ettim.” dediniz mi?
Acaba neden “şimdi”?
Geçen gün danışanlarımdan biri çok güzel bir şey söyledi: “İlk bir kaç seans hep başkalarını anlatıyordum. Hatta onları anlatacağım için de ayrıca sıkılıyordum. Sonraki seanslarda ise artık kendimden bahsettiğimi fark ettim. Hatta görüşmeye başlamadan önce heyecanlanıyordum acaba bu sefer kendimle ilgili neler keşfedeceğim diyordum.” Sözünü ettiği diğer kişiler hala varlar ve aynılar şüphesiz. Danışan da aynı kişi elbette. Farklı olan ne öyleyse?
Sözü geçen danışan ile iki haftada bir kez görüşüyoruz. Şöyle devam ediyor: “Siz bilmiyorsunuz ama ben iki hafta boyunca sıkça sizinle konuşuyorum aslında!” Çok konuşulası bir insan olmam değil bunun nedeni, koçluk sihirli bir şey de ondan! Şaka şaka, sihir yok, öyle olsa kolay olurdu. Koçluk kayda değer bir şey sadece, kendince yöntemleri, teknikleri var. Yüzleşmek var, kendine itiraf var, saatlerce üzerinde kafa yormak var, zor kararlar var, pişman olmamak var, kısacası çok çalışmak var. İşte bu yüzden! Bana sorarsanız “fark etmek” için en etkili yöntem de koçluk zaten!
Bir dostum, iş yerinde sıkıntılı günler yaşıyor. Uzun yıllar işine severek giden bu çalışanın şaşkınlığı çok netti bana anlatırken: “Meğer ne kadar zor bir şeymiş, işe istemeden gitmek. Ayaklarım geri geri gidiyor resmen.” Bu ayakların geri gitmesi durumunu yaşamadıysanız eğer çok şanslısınız! Çalışanlar arasında sıkça yaşandığını biliyorum. Aslında bir sürü insan yaşıyor ama yaşadığı şeyin farkında dahi olmuyor.
Mobbing ile Mücadele Derneği Kurucu Genel Başkanı Hüseyin Gün’e kulak verelim: “Eşitliğe, hayatın olağan akışına, insan onuruna aykırı eylem, işlem ve ihmallere maruz kaldığınızda, Allah’ım bu zulüm ne zaman bitecek, her iş günü uyandığınızda bugün de uyumadım, midem yanıyor, neden nefes alamıyorum, neden her dakika bu kişileri, işyerini düşünürken evimi, ailemi çevremi düşünemiyorum demeye başlarsınız, şimdilik mobbing mağdurusunuz,……vuracağım, intihar edeceğim, inancımı kaybetmek üzereyim, demeye başladıysanız kurbansınız.”
Bütün bunları yaşamak ve aslında farkında olmamak. Bu durumda asıl değerli olan fark etmek. Ortam değişir, düzelir, algımız değişir, daha yaşanası olur ya da işimiz tamamıyla değişir, hepsi mümkün. Ama asıl önemli olan öncelikle fark etmek. Ne yaşadığımızı fark etmek. Neden bunu yaşadığımızı fark etmek. Neden bu duygu ile baş başayız onu fark etmek. Bunu istiyor muyum sorusunun yanıtını bulmak. Vazgeçmek ya da devam etmek için neye ihtiyacım olduğunu keşfetmek.
Türk Dil Kurumu’na göre [highlight]“Fark Etmek : görmek, seçmek, anlamak, sezmek, değişmek, başkalaşmak, ayırt etmek.”[/highlight] Tanımda geçen “Değişmek” ve “başkalaşmak” kelimelerine dikkat çekmek isterim.
Yaşamak bu değil mi zaten; farkında olmak, yaşadığını hissetmek, deneyimlemek, öğrenmek, yanlış yapmak, düşmek, kalkmak, şaşırmak, yeniden başlamak, vazgeçmek, pes etmemek, zafer kazanmak, pişman olmak, keyif almak, gülmek, çok gülmek, bazen ağlamak, üzülmek, sevinmek, midende kelebekler olduğuna yemin edebilmek değil mi? Hissettiğimiz kadar yaşarız aslında!
– Artık her şey farklı!
– Peki, ne oldu da artık herşey farklı?
– Zuhaaal, hayat çok kısa!!!
Kırklı yaşlarındaki bu kişi bunu daha önce bilmiyor muydu acaba? Eminim onlarca kez farklı yerlerde duymuştur, söylemiştir. Ama artık bunu duymak, bilmek değil yalnızca, “farkına varmak” şansına sahip olmuş. Değişmiş, başkalaşmış! Artık yaşamını bu farkındalık üzerine kurabilir. Kısıtlı zamanı olduğunu düşünüp zaman kaybı gördüklerinden vazgeçebilir. Kısacık zamanda kendince önemli işler yapmak için mevcutlardan vazgeçebilir. Ya da mutsuz olduğu kişileri / işleri yeniden gözden geçirebilir. Belki artık konuların önemi de değişmiştir onun gözünde. “Üzüldüklerine üzülüyor” olabilir artık, ya da üzülmeyi tamamen bırakmış olabilir. Hepsi mümkün, olabilir!
Ne kadarının farkındayız? Bakış açımızı ne kadar değiştirebiliyoruz? Ne kadar yaşıyoruz?
Kalan ömrümüzde…
Yazan : Zühal Yiğit | E-Koc