Richard Linklater’ın yazıp yönettiği, 2001 yapımı bir film var: Waking Life (Hayata Uyanmak). Hani şu retoskop (gerçek oyuncularla çekip, sonradan her kareye ayrı animasyon yapma) tekniği ile ortaya çıkan ve “Dream is destiny!” (Rüya yazgıdır!) mesajıyla da başlayan film. Rüyalar yazgı mıdır gerçekten? Ya hepimiz gerçekten kocaman bir rüyanın içindeysek? Einstein’in ‘Serbest Düşen Asansör’ isimli bir düşünce deneyi var.
Çok yüksek bir gökdelenin tepesinden bindiğiniz asansörün ipleri kopsa ve artan bir hızda aşağı düşmeye başlasanız. Asansördeki insanların tüm ömrü de bu kadar olsa. Yani asansörde doğup, aşağı düşünce sona eren bir yaşam süresi. Ve bu nesiller boyunca devam etse.
Yani, ‘düşen asansör’ bu kişilerin hayattayken bildikleri tek gerçek olacak ve ‘yerçekimi’ denen kuvvet onların bilinçlerinde var olmayacak.
Aşağı düşen asansörde göz hizasından serbest bırakılan bir kalem, aynı noktada havada süzülecek ve ona dokunmadığınız sürece de göz hizanızda kalacaktır. İki kütle de (siz ve kalem) aynı hızda aşağı doğru düşüyorsunuz.
Ancak, asansördeki yerçekiminden habersiz kişiler için, yerçekiminin varlığını düşündürecek hiçbir kanıt yok. Onlar bilmese de, onların fizik kuralları öznel (sübjektif) ve sadece o asansörün içinde geçerli!
[Nitekim, Özel Görelilik Kuramı ya da İzafiyet teorisini geliştiren Einstein da, ‘gerçekliliği’ kapsayan tüm kuralların, zihnimizin algılayabildiği fizik kurallarıyla limitli olmadığına inanırdı.]
“Rüyalar, sadece sürdükleri sürece gerçektir derler. Aynı şey hayat için de söylenemez mi?”
Ya tüm evren bir çeşit asansörün içindeyse!
Ya bize zorla kabul ettirilen dünya sahte ve hiçbir şey gerçek değilse? İşte o zaman her şey mümkün olmaz mı?
Lucid Dreams (rüya gördüğünün farkında olma ve rüyayı yönlendirme), özgür irade, gerçeklik ve varoluşçuluk gibi konular ilginizi çekiyorsa; görsel, işitsel ve özellikle de düşünsel anlamda şölen sunan Waking Life izlenmeli.
Daha çok monolog halinde geçen filmi tek sefer izlemek de yetmiyor; insanın araştırası, hatta tartışası geliyor.
Bu arada unutmadan, rüyada olduğunuzu anlamak istiyorsanız; yazıları veya dijital bir saati okumaya çalışın! Rüyalarda harf ve rakamlar silikleşip okunmaz oluyormuş. Ya da elektrik düğmesini aç-kapa yapınca, ışıkta herhangi bir değişiklik olmuyormuş!
Bunaldığım zamanlarda hatırlamak için Waking Life’dan unutmak istemediklerimi not aldım [dilerseniz bundan sonrasını filmi izledikten sonra okuyun]:
———
Diyelim ki bir bebek resmi, bu iki boyutlu imgeyi alırsın, ve dersin ki: ‘Bu benim’. Bu tuhaf küçük imgeyi bu bebekle yaşayan ve nefes alan kendinle şimdi de birleştirmek için şöyle bir hikâye uydurman gerekir: ‘Burada yaşındaydım. Daha sonra saçlarım uzadı ve Riverdale’e taşındık ve işte buradayım.’
Seni ve resimdeki bebeği özdeş kılarak senin kişiliğini oluşturacak bir öykü daha, doğrusu bir roman gerekir.
Komik olan da şu: Hücrelerimiz her yedi yılda bir yenileniyor. Biz zaten birkaç kere tümüyle farklı insanlar oluyoruz ama yine de hep tam da kendimiz olarak kalıyoruz.
———
Hiç nefret ettiğin ve gerçekten de sıkı çalıştığın bir işin oldu mu? Uzun, sıkı bir çalışma günü. Sonunda evine gidersin yatarsın, gözlerini yumarsın. Ve birden kalkar ve farkına varırsın ki o gün boyu çalışma sadece bir rüyaymış.
İçine uyandığın hayatı asgari ücrete satmak yeterince kötüyken, şimdi bir de rüyalarını bedavaya alırlar.
———
Türün bir üyesi doğduğunda, belleğine milyarlarca yıl kazınmıştır. Bu da bize içgüdüleri miras olarak aldığımızı gösterir. Bir parçası olduğumuz şu telepati denen şeyin bilincinde olsak da olmasak da varolması gibi. Bu da, bütün bu olanları, yani, bilim ve sanattaki dünya çapında kendiliğinden atılmış gibi görünen adımları açıklıyor.
Her yerde birbirinden bağımsızmış gibi görünen aynı sonuçlar ortaya çıkar. Adamın biri bilgisayarda bir şey keşfeder, neredeyse aynı anda tüm dünyada bir grup insan da aynı şeyi bulgular.
Şöyle bir araştırma yapmışlar; bir süre için bir grup insanı diğerlerinden ayırmışlar, nüfusun geri kalanına oranla çapraz bulmacadaki yeteneklerini gözlemişler. Bir gün, onlara gizlice önceki günün bulmacasını vermişler, yani binlerce insanın ‘bir gün önce’ çözdüğü bulmacayı…
Puanları çarpıcı bir biçimde %20 daha yüksek çıkmış. Yani yanıt uzaklarda bir yerlerde de olsa, insanlar onu bulabiliyorlar.
Sanki telepatik olarak deneyimlerimizi paylaşıyoruz.
———
Ne demek ‘hayal kırıklığı’, ‘öfke’ ya da ‘aşk’?
‘Aşk’ dediğimde ses ağzımdan çıkar, sonra diğer kişinin kulağına çarpar, beyninin kıvrımlı kanallarında yolculuğunu yapar. Yani, sevginin bulunduğu ya da bulunmadığı anılardan geçerek, dediğimi kaydederler, sonra ‘evet’ derler, anlamışlardır.
Peki ama, anladıklarını nasıl bilebilirim? Çünkü sözcükler uyuşuktur. Sadece simgedirler. Ölüdürler, anlıyor musun? Ve deneyimlerimiz o kadar kavranamazdır ki. Algıladığımız pek çok şey anlatılamaz. Dile getirilemez.
Dahası, yani, biz bir başkasıyla iletişim kurduğumuzda, ve biz bağlantı kurduğumuzu hissettiğimizde, anlaşıldığımızı düşündüğümüzde, zannedersem manevi bir birlik hissetmiş oluruz. Ve bu duygu geçici olabilir ama galiba bunun için yaşıyoruz.
———
Kendi yıkımını hazırlayan insan kendini yabancılaşmış, sapına kadar yalnız hisseder. Toplumun dışındadır. Kendi kendine şöyle der: ‘deliriyorum galiba’.
Anlamadığı şudur: toplum da tıpkı kendisi gibi büyük zarar ve felaketlerden karlı çıkar. Bu savaşlar, kıtlıklar, su baskınları ve depremler çok belirli gereksinimleri karşılarlar. İnsanlar kaos ister. Doğrusu buna geresinimleri de vardır.
Durgunluklar, çatışmalar, halk hareketleri, cinayet, hepsi korkunç. Ölüm ve yıkımın yarattığı bu karşı konulmaz orji durumunun içine çekilmişiz neredeyse. Hepsi içimizde. İçinde olmaktan zevk alıyoruz.
Tabii ki medya tüm bunlara üzgün bir yüz takınır, bunu, onları büyük insan trajedileri kılıfına sokarak yapar. Ama hepimiz medyanın işlevini biliyoruz, medya dünyadaki kötülükleri yoketmeye çalışmaz. Onun görevi, bu kötülükleri kabul etmemizi ve onlarla birlikte yaşamamızı sağlamaktır.
İktidarın bizden istediği ‘edilgin gözlemciler’ olmamızdır.
Onlar bize başka bir seçenek vermezler. Arada sırada bütünüyle simgesel değerde bir katılım eylemi olan oy vermenin dışında tabii. Sağcı bir kukla mı, yoksa solcu bir kukla mı olmak istersin?
Galiba şimdi sosyopolitik ve bilimsel modellere ilişkin yetersizliklerimi ve hoşnutsuzluklarımı yansıtmanın tam sırası. Bırak duyulsun sessizliğim.
———
Neredeyse bütün insan davranış ve eylemleri, temelde hayvan davranışlarından farklı değildir. En ileri teknolojiler ve ustalık bizi en fazla süper şempanze düzeyine getirir.
Platon ya da Nietzsche ile ortalama bir insan arasındaki uçurum, bir şempanze ve ortalama insan arasındaki uçurumdan daha büyüktür.
———
Kahrolsun, Yunanlılar bundan üç bin yıl önce bizden daha ileriydiler. Nedir o halde insanların gerçek potansiyellerine ulaşmasını engelleyen şey? Bu sorunun cevabı, başka sorunun içinde bulunabilir:
İnsanın en evrensel özelliği korku mudur, yoksa tembellik mi?
———
Bir keresinde bir arkadaşım şunu söylemişti: yapacağın en kötü hata, ‘hayatın bekleme odasında’ gerçekten de uyurken yaşadığını düşünmektir.
Kurnazlık; senin uyanıkken sahip olduğun akıl yeteneklerinle, düşlerindeki sonsuz olanakları birleştirmektir.
Eğer bunu yapabilirsen her şeyi yapabilirsin.
———
Belediye binasıyla, ölüm ve vergilerle savaşamazsın. Politikadan ya da dinden bahsetme. Bu, güvenlik hattını ihlal eden düşman propagandasıyla eşdeğerdir. ‘Yere yat asker. Yere yat, asker.’ 20. yüzyıl boyunca hep bunu gördük.
Şimdi 21. yüzyıldayız. Ayağa kalkma ve kendimizi bu fare labirentine sıkıştırdığımızı anlama zamanı.
İnsanlıktan çıkmaya boyun eğmemeliyiz. Seni tanımam ama bu dünyada ne olduğuyla ilgileniyorum. Yapı ile ilgileniyorum. Denetleme sistemleriyle ilgileniyorum, hayatımı kontrol eden ve hep kontrol etmeye çalışacak olan sitemler.
Özgürlük istiyorum! İstediğim bu! Senin de istemen gereken bu!
Herbirimize ve hepimize bağlıdır koyverip gitmek, altetmek hırsı, nefreti, kıskançlığı ve tabii ki güvensizliği… Çünkü bu bizi acınası ve küçük hissettiren temel bir denetleme mekanizmasıdır, böylece bağımsızlığımızdan, özgürlüğümüzden yazgımızdan isteyerek vazgeçeriz.
Kitlesel bir biçimde koşullandırıldığımızı anlamalıyız. Meydan okumaya başla şu Birleşik Kölelik Devletine!
21. yüzyıl yeni bir yüzyıl olacak, köleliğin yüzyılı olmayacak yalanların ve önemsizliğin, sınıf ayrımının, devletçiliğin ve diğer denetleme biçimlerinin yeni yüzyılı olmayacak. Saf ve doğru bir şey için ayağa kalkan… İnsanlığın çağı olacak.
Liberal Demokratla, tutucu Cumhuriyetçi sadece çöp yığını. Hepsi de seni denetlemek için. Bir paranın iki yüzü gibi. İki yönetici takımı denetim için çekişiyor. Kölelik Anonim Şirketi’nin yönetim kadrosu için!
Gerçek oralarda bir yerde önünde duruyor ama yalanlar büfesinde sergiliyorlar onu! Bundan sıkıldım. Artık yemiyorum, Anladınız mı? Direniş boşuna değil. Kazanacağız.
İnsanlık yeterince iyi. Biz başarısızlar ordusu değiliz! Ayağa kalkacağız ve insan olacağız! Gerçek şeyler için, önemi olan şeyler için kendimizi ateşe atacağız: başeğmeyi reddeden yaratıcılık ve dinamik insan ruhu gibi şeyler için!
Tamam. Bu kadar söyleyeceklerim! Şimdi sıra sizde!
Yazan : Tunç KILINÇ / Fikir Atolyesi
Uzun bir yazı ama çok şey anlatıyor çok güzel tşkler…
Harika bir yazı çok güzel mesajlar. teşekkürler