Dünyayı değiştirmek sıra dışı insanların çabasına mı bağlı? Yoksa sıradan insanlar da dünyayı daha yaşanılabilir bir hale getirebilir mi? Aslına bakılırsa isteyen herkes fark yaratabilir. Nasıl mı… İşte cevabı… Sizce bir insan dünyayı değiştirebilir mi? İnsan eğer isterse “değişimi yaratan kişi” olabilir mi? Uluslararası Sağlık Örgütü Sınır Tanımayan Doktorlar ekibinden Doktor Şeik Kassım’ın anlattıklarına göre Somali’de son altmış yıldır görülen en büyük kuraklık yaşanıyor, 1.3 milyon çocuğun durumu oldukça kritik.
HERKES FARK YARATABİLİR
Dr. Kassım’ın görev yaptığı hastaneye ulaşmak için 600 kilometre yürüyenler var; çünkü ulaşım araçlarına 1.5 dolar verecak paraları yok. Bu yolculuk aileler için bir ölüm yürüyüşüne dönüşebiliyor. Yürüyüş boyunca her aileden ortalama bir kişi hayatını kaybediyor.
Somali’de olanlar sadece bir örnek. Dünyanın ciddi bir kısmı ölümcül sorunlarla boğuşuyor.
Sizce, sıradan insanların girişimiyle dünyadaki yoksulluğu kökünden kazımak mümkün olabilir mi? Dünyanın her tarafına sağlık hizmeti götürülebilir mi ya da her ülkede her çocuğun iyi eğitim alması sağlanabilir mi? Bence eğer bütün bunlar bir gün gerçek olacaksa bunda sıradan insanların büyük payı olacak.
Sivil toplumun ve sivil girişimciliğin (Social Entrepreneurship) yükselişi, içinde yaşadığımız zamanın en önemli gelişmelerinin başında geliyor.
Aslına bakacak olursanız hemen herkes insanın sadece kendi çıkarı peşinden koşmasının, bütün becerisini rakiplerine üstünlük sağlamak için kullanmasının son derce kısır bir yol olduğunu, bu yolun refah ve büyüme sağlamadığını artık biliyor. Bu “strateji” sahibine de mutluluk getirmiyor.
“Kıran kırana rekabet”, “ölçüsüz büyüme” Sanayi Devriminin yarattığı dünyaya ait kavramlardı. Sanayi döneminde hem iş hayatı hem de toplum hayatı bu anlayışlar çevresinde düzenledi. Sanayi sonrası toplum ise kendine özgü kavramlarla yeni anlayışlar çerçevesinde şekilleniyor.
Artık rekabete ve büyümeye “yeni” gözlüklerle bakmak zorundayız. Yeni bakış açıları ve taze bir zihinle, farklı çıkar gruplarının uzlaşmasını sağlayacak çok sesli ve çok renkli bir dünya için çaba göstermek zorundayız. Artık kendimizi “diğerlerinden” soyutlayamayız. Herkesle ve dünyayla bütünleşerek yaşamasını öğrenmek mecburiyetindeyiz.
Başka Bir Dünya Mümkün
Bu bir tür “Pollyannacılık” oynamak ya da aşırı romantik olmak değil, tam tersi bugünün dünyasında seçebileceğiniz en gerçekçi ve en sağlam stratejidir. Üstelik bu sadece ülkeler için değil, şirketler için de geçerli olan bir anlayıştır. Artık kendi çalışanları ve iş ortakları için “kazan-kazan” anlayışına dayanmayan, “sürdürülebilir” bir stratejilerle çalışmayan şirketlerin ayakta kalması çok zor. Bu şirketler ne kadar güçlü ve büyük olurlarsa olsunlar, sosyal bilincin yükseldiği yeni dünyada kendilerine yer bulamayacaklar.
İnsan ve değerler odaklı bir yönetim anlayışını benimsemek, samimi ve şeffaf bir tutum sergilemek, sadece ürünlerde değil toplumsal konularda da yenilikçi yaklaşımlar geliştirmek bu çağın markaları için vazgeçilmez stratejiler olacak. Markalar ancak bu anlayışı benimsedikleri takdirde müşterileriyle bir anlam bağı kurabilecekler. Siz hangi markanın yoldaşısınız.
Hepimiz, sürdürülebilir kalkınmanın artık sadece devletlerin ya da Sivil Toplum Kuruluşlarının (STK) işi olmadığının farkında olmalıyız.
Malcom Gladwell’in tarif ettiği “Kıvılcım Ânı” (Tipping Point) bir fikir, bir trend veya bir sosyal davranışın belli bir birikimden sonra bir eşiği aşıp çılgın bir yangın gibi etrafa yayılmasıdır. Gladwell’e göre eğer kötü davranışlar kadar iyi davranışlar da salgın hale gelebiliyorsa; örneğin suç işlemek kadar moda da yaygınlaşabiliyorsa o halde her şey virüsler kadar bulaşıcı olabilir demektir. Nasıl tek bir hasta nezle salgınının başlaması için yeterliyse küçük ama isabetli bir değişim de bir moda akımının patlaması, bir ürünün ya da fikrin kitlesel rağbet görmesi ya da sosyal bir sorunun çözülmesi için yeterli olabilir.
İşte sosyal girişimcilik de aynı şekilde bireylerin toplumun en “hazır” olduğu anı keşfederek soruna çözüm getirecek yaklaşımları hayata sokmak, bu yaklaşımı bulaşıcı hale getirmek demektir.
Sosyal girişimcilik anlayışı, toplumsal sorunların çözümünde bireylerin ve sosyal grupların, devletlerden ve şirketlerden daha etkin bir şekilde işin içine girmeleri anlamına geliyor. Sorunların tespit edilmesinde ve çözüm yollarının yaratılmasında bireylerin bire-bir sorumluluk ve yetki alması sivil girişimciliğin özüdür.
Sosyal girişimciler kendilerine “durumdan vazife” çıkaran, toplumu tehdit eden sorunlara yenilikçi çözümler getirmek için çabalayan bireylerdir. Tıpkı şirketler ve ticari girişimciler gibi onlar da sorun ve fırsatları fark etme, risk alma ve yenilikçi yollarla çözüme gitmeye odaklanırlar. Hiçbir bireysel çıkar gözetmeden kendilerini önemli gördükleri toplumsal sorunların çözümüne adarlar, etraflarındakileri de harekete geçirip mücadeleye dâhil ederler.
Bu sebeple ben sosyal girişimcileri, her şeyin mümkün olduğunu dünyaya kanıtlayan rol modeller olarak görüyorum.
Onlar hayata ve çevrelerine karşı gösterdikleri duyarlılıkla başkalarının göremediği sorunları görüyorlar. Dünyayı değiştirebileceklerine inanacak kadar idealist ama hayallerini gerçekleştirebilecek kadar da gerçekçiler. İlham vericilikleriyle herkesi motive ediyor, pozitif enerji yayıyorlar. Sorunlar kadar çözümleri de görerek yeni fırsatlar yaratıyorlar.
Aslına bakarsanız sosyal girişimcilik yeni yaratılmış bir kavram değil. İnsanlık tarihi boyunca daima sosyal girişimci özelliklere sahip kişiler yaşamış ve dünyayı değiştirmek için adım atmışlardır. Adım atmakla da kalmamış büyük küçük birçok toplumsal alanda kökten değişim yaratmışlardır. Örneğin Florence Nightingale, 1800’lerde hemşirelik sistemini kurarak sağlık alanında bir devrim yaratmıştır. Bebeklik çağından itibaren kör,sağır ve dilsiz olmasına rağmen fiziksel engelliler için yaptıklarıyla birçok başarı ve cesaret madalyası alan Helen Killer da 19.yüzyılın başında yaşamış ilham veren bir sosyal girişimcidir.
“Dünyada ne kadar sorun varsa o kadar da çözüm bulunur. Her sosyal değişimin arkasında bir kişi vardır.” mantığıyla acil toplumsal sorunlara sistematik ve kalıcı çözümler getiren sosyal girişimcilerden markaların ve şirketlerin öğreneceği çok şey var.
Bill Gates, 2008’de DAVOS toplantılarında, “21. Yüzyılda Kapitalizme Yeni Yaklaşımlar” konusu tartışılırken “Kapitalizmi sadece zenginlere değil yoksullara da hizmet eder hale getirmeliyiz.” sözleriyle toplantıya damgasını vurmuştu. Gates, bu sözleriyle önümüzdeki on yılın tartışma konusunu yaratmış olmakla kalmadı, “Yaratıcı Kapitalizm” (creative capitalism) adını verdiği bu yeni yaklışımla birçok sosyal girişimcinin de önünü açtı. Gates’in “Yaratıcı Kapitalizm” kavramı o sene Time’da kapak oldu. (Making Capitalism More Creative)
Bill Gates Microsoft’taki tam zamanlı görevinden ayrılarak eşi Melinda ile kendi vakfını kurarak sosyal girişimcilerin arasına katıldıktan sonra “Bu bir emeklilik değil, önceliklerin yeniden düzenlemektir.” dedi. Waren Buffet’ın servetinden önemli bir bölüme Gates vakfına bağışlaması farklı kesimlerce sosyal girişimciliğe bir kez daha dikkat verilmesini sağladı şüphesiz. Gates’e göre “Kapitalizm milyarlarca insanın hayatını iyileştirdi. Fakat bir o kadarını da dışarıda bıraktı. Dışardaki bu insanlar yoksulluğa saplanıp kaldılar. Yoksullara yardımda devletler ile sivil toplum örgütleri eksik ve yavaş davranıyor. Bu işi teknolojik inovasyon becerisine sahip şirketler yapmalılar.”
Sosyal girişimcilik sorunların şikâyetçisi olmak değil, çözümün bir parçası olarak yaşadığımız dünyaya sahip çıkmaktır.
Türkiye’de Umut Çocukları Derneği başkanı Yusuf Ahmet Kulca, önce Eğitim Gönüllüleri Vakfı’nı (TEGV) sonra da Toplum Gönülleri Vakfını (TOG) kuran İbrahim Betil, Arama Kurtarma Derneği (AKUT) ile deprem ve acil kurtarmalara bakışımızı değiştiren Nasuh Mahruki ülkemizden sosyal girişimcilik ruhunun örnekleridir.
Peter Drucker, sosyal girişimcilerin toplumun performans kapasitesini yükselttiğini söyler. Sosyal girişimcilerin toplumdaki etkisini gören diğer kişiler ya da kurumlar onlardan ilham alır, onların çalışmalarından etkilenir. Giderek büyüyen etkileşimle toplumda sistematik değişiklikler önce yerel sonra bölgesel ve ulusal etki oluşturmaya başlar.
Mevlana “İnsanın değeri aradığı şeydir.” der. Dünyanın sosyal girişimcilere, onların yaratacağı enerjiye bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Ben sosyal girişimcilerin hepimize ilham ve cesaret kaynağı olmaktan öte yarattıkları bu ruhun yeni yönetim anlayışlarına da çok önemli katkıda bulunacağına inanıyorum. Şirketlerin bu sorumluluk alma ve gönüllülük gösterme ruhundan çok şey öğreneceklerine inanıyorum.
Yazan : Temel Aksoy