İki masum davranış ve farkına vardığım beş kavram!
Koltuğa çıkmaya çalışan 11 aylık bir bebeği kollarının altından tutup koltuğa ‘Hoppaa!’ diyerek çıkardığımda babası kızmış, “Niçin yaptın?” diye sormuştu.
“Çıkmaya çalışıyordu!” dedim.
“Ben de biliyorum, çıkmaya çalışıyordu, sen niye çıkardın?” diye sorusunu yineledi.
Anlayamadığım için babanın yüzüne bakakalmış, ne diyeceğimi bilememiştim.
Babanın yüzüne bakakaldığım zaman ben dört yıl psikoloji okumuş ve iki yıl da psikoloji bölümünde asistanlık yapmıştım.
Daha sonra baba, “Sen ne yaptığının farkında mısın?” diye sordu ve konuşmaya devam etti: “Oğlum o koltuğa kendisi çıkmak istiyordu. Kararı kendisi vermişti ve kendi başına bunu başarabileceğini hissetmişti. Belki yarım saat, belki bir saat uğraşacaktı ve eminim sonunda o koltuğa çıkacaktı.”
“O koltuğa çıktığı zaman ne yapacaktı? Hemen dönüp bana bakacaktı. Bir gözüm onu izliyordu ve o dönüp başarmış bir çocuğun gözlerindeki ışıltıyla bana baktığında, gülümseyecek ve ‘Çıktın!’ diyecektim. Çok muhtemelen inecek yeniden çıkmaya çalışacak, bu kez daha kısa zamanda çıkabilecekti. Bunu belki saatlerce yapacak ve sonunda artık kolaylıkla çıkabilecek hale gelecekti. Bu onun belki bugünkü zaferi olacaktı. Ama artık o zaferi kazanamayacak; sen onun zaferini çaldın.”
Ne diyeceğimi bilemez halde, orada öyle kalakalmıştım.
***
Bu olay üzerinde çok düşündüm. Hala düşünmeye devam ediyorum; her gün karşılaşabileceğimiz iki masum davranıştan – çocuğun koltuğa çıkma çabası ve benim onu koltuğa çıkartmamdan – üzerinde düşünecek önemli konular çıkartıyorum.
İlk farkına vardığım, şimdiki bilincim çerçevesinde konuşuyorum, çocuğun kendine uğraşacak bir hedef seçmesi. Bu bana çok önemli görünüyor. Şimdi farkındayım ki, her çocuk, dil, din, cinsiyet ve milliyet hiç fark etmez, her an kendilerine uğraşacak, baş edebilecek bir hedef seçmek istiyorlar. “Çocuk bu hedefi nasıl seçiyor?” önemli bir bilimsel soru ve dikkatle incelenmeye değer bir konu. Bana öyle geliyor ki çocuk kendine uğraşacak bir hedef seçerken aklına esen bir hedefi, tesadüfen seçmiyor. Kendisinin dahi farkında olmadığı bir “yapabilirim” ölçeği var içinde. Çok kolay hedefleri seçmiyor, yapamayacağı çok zor hedefleri de seçmiyor. Kendini tam anlamıyla verip çabaladığı zaman başarabileceği hedefleri seçiyor. Bu denemeler içinde çocuk kendi yeteneklerini ve gücünü gerçekçi olarak keşfediyor ve kendisini tanıma olanağı buluyor.
Çocuğun kendini gerçekçi olarak tanıması bu tür uğraşılar içinde oluşuyor. ‘Bu tür uğraşılar’ derken iki şeyin altını çizmek istiyorum: 1- Hangi uğraşı içine gireceğini çocuğun belirleyebilmesi ve 2- belirlediği hedef için çaba göstermesinin engellenmemesi, birinin gelip onu ‘Hoppaa!’ diyerek koltuğa çıkarmaması, yani çocuğun gayretine, emeğine, çabasına ‘saygı duyulması.’
Şimdiki bilincim çerçevesinde farkında olduğum ikinci şey çocukla sürekli sohbet içinde olabilecek bir ortam yaratmanın önemi. Çocuk uğraşarak sonuçta o koltuğa çıktığında gerçekten ‘başardım!’ duygusunu yaşayacaktır. Ama çocuk, kendisi için önemli insanlarla bu duyguyu paylaşamazsa bu başarı anlam bulamayacaktır. Babanın, “Çıktın!” demek için orada olması ve çocuğunun o anını ciddiyetle ve önemli bir olayı gözlemlercesine paylaşması çocuğun özsaygısının, özdeğerinin gelişmesi bakımından çok önemli. Bu etkileşim içinde çocuk gerçek bir bağlam içinde varoluşun altı boyutunu (ait olma – birey olma dengesi; umursanma-önemsenme; kabul edilme; değerli olma; yapabilme-yetkin olma; sevilmeye değer olma) yaşayabilecek ve olumlu duygularla dopdolu olacaktır.(Varoluşun boyutlarıyla ilgili daha ayrıntılı bilgi için benim Keşkesiz Bir Yaşam İçin İletişim kitabına bakınız)
Farkında olduğum üçüncü şey, babanın çocuğun girişimciliğine önem vermesi, ona “Çıktın!” demesi ve bunu gayet ciddi bir edayla söylemesi. Bu sözün altında, “Zaten kendin de çıkabileceğini biliyordun, şimdi görüyorum ki, haklıymışsın,” mesajı var. Bu sözün altında yatan bir başka anlamda, “Şimdi çıkamamış olsaydın da dert edinmezdim; önemli olan senin oraya çıkabileceğini hissetmen; çıkabileceğini hissettiğin sürece çabalarsın ve bir gün mutlaka çıkarsın,” anlamı da var. Bu bağlamda, babanın oğluna, “Aferin oğluma, bravo sana,” dememesi anlamlı.
Farkında olduğum dördüncü şey, babanın çocuğun davranışını betimlemesi, babanın “Başardın!” yerine, “Çıktın!” demesi. ‘Başardın’ değerlendirici, yargılayıcı bir süreci, bir bakışı ifade eder. ‘Çıktın!’ ise son derece nötr, betimleyici bir tavrı sergiler. ‘Başarı’ kelimesi sonucu, ‘çıkma’ kelimesi süreci vurgular. Ve bu süreci vurgulama tavrı beni farkında olduğum beşinci şeye götürüyor.
Şimdi farkında olduğum beşinci şey, iki farklı yaşam felsefesinin olduğudur. Bu yaşam felsefelerinden biri yaşamın süreçlerine, diğeri yaşamın sonuçlarına odaklanmayı ifade eder. Yaşam süreçlerini birinci planda tutan, anlam verme sistemini yaşam süreçlerini önemseyerek oluşturan bir bilinç:
– çabaya,
– niyetin saflığına,
– gayrete,
– şevke,
– takip edilen, önemsenen, uyulan değerlere,
– sürecin iyileştirmesine
önem verir. Yaşamın anlamı nasıl yaşandığında yatar.
Sonuç vurgulu bir bilinç sonucu önemser;
– Alınan nota,
– Elde edilen mal varlığına,
– Mevki ve makama,
– Çıkara ve elde edilen güce
önem verilir.
Çabanın, gayretin, niyetin saflığının, şevkin, değerlerin, sürecin iyileştirilmesinin önemi yoktur.
Sonuç vurgulu yaşam felsefesi, kişinin özdeğerini kişinin elde ettiği sonuçlarla denk tutar. Ve bu tavrıyla da kişinin kendi yaşamında kendisi olarak var olmasını zorlaştırır.
Ne demek bir kişinin kendi yaşamında kendisi olarak varolması?
İlerde bu konuyu irdeleyeceğim.
Doğan Cüceloğlu (16.04.2008)
İki yaralıyıııııııııız şimdi ayrıyızzz biz seninle masum günahsız