Kimseye kolay kolay randevu vermeyen bu iş adamından 10 dakika da olsa koparılan izin, gazeteci kızı heyecanlandırır. Hemen masasına abanır ve bir sürü uzun sorular hazırlar. Böylece, 10 dakikayı da aşacağını düşünür ve kendi kendine sevinir.
Röportaj günü tam saatinde orada bulunur ve teybini çalıştırarak ilk sorusunu sorar. “Efendim, başarılarınızı neye borçlusunuz?” Tabi, böyle bir soru karşısında uzun uzun hayat hikayesini anlatmayacak kişi yoktur. Kız, kendi adına sevinir. Ama iş adamı, “deneyimlerime,” diye kısacık bir cevap verir. Kız, moralini bozmadan ikinci sorusunu sorar. “Peki efendim, deneyimlerinizi neye borçlusunuz?” İş adamı yine en kısa cevabı verir, “doğru kararlarıma.” Kız, son bir hamle yaparak durumu kurtarmak için bir soru daha sorar, “Peki doğru kararlarınızı neye borçlusunuz?” İş adamı ayağa kalkar, “Yanlış kararlarıma,” cevabını verir ve saatine bakarak görüşmenin bittiğini ekleyerek odadan çıkar.
Şaşkınlık içinde gazetesine dönen kız, ne yapacağını, bu işi nasıl kotaracağını düşünürken, aklına bir fikir gelir. Ertesi gün gazetenin ilk sayfasında, “En kısa, en özlü, en başarılı hayat hikayesi: Başarılarımızı deneyimlerimize, deneyimlerimizi doğru kararlarımıza, doğru kararlarımızı da yanlış kararlarımıza borçluyuz. Öyle ise, cesur olun, korkmayın, karar verin. Riske girin, ama sorumluluğu da alın. İşte başarının sırrı.” Diye yazarak röportajını yayınlar ve daha sonra bu haberi ile büyük bir gazetecilik ödülü alır.
İnsan, başarılı olmak istiyorsa, ortalamanın çok çok üstüne çıkmak için rutin gayretinin üzerinde bir çaba harcamalı. Sonra da ne yapacağına karar vermeli. Çünkü en kötü karar bile kararsızlıktan iyidir. Daha sonra da alınan bu kararı gerçekleştirmek için harekete geçilmeli. Eğer harekete geçme evresini gerçekleştiremezsen, karar vermenin de bir anlamı olmaz.
Eylemin sonunda bir değerlendirme yapmayı da unutmamak gerekir. Yani eylemin seni nereye götürdüğünü değerlendirmelisin. Her zaman beklenen sonuç elde edilemeyebilir, ama bunun için ah-vah etmek ya da bir daha bir şey yapmamaya tövbe etmek yerine, nerede yanlış yaptığını bulup yeniden denemek en akıllıca olanı. Eğer senin gibi istediğini elde ettiysen de, “daha güzeline ve daha iyisine nasıl ulaşılabilirim?” diye bir değerlendirme çalışması yapabilirsin. Bu sadece pasta yapımı için değil, hayatta yapacağın tüm atılımların için geçerli bir şey.
Üretici insanları, kıvrak zekalı olarak tanımlayabiliriz. Onların zihinlerini, sürekli hareket halinde olan bir futbol topuna benzetebiliriz. Hareket halinde olan bir futbol topuna ufak bir ayak darbesiyle vurmak, topun olduğu gibi yönünü değiştirebilir. Küçük bir ayak hareketiyle, düşünce darbesiyle topun yani zihnin bir başka noktaya ulaşmasına yol açılabilir. Anlayacağın işleyen demir ışıldar.
Zihninin yeniliklere açık olması ve kendini yetiştirme arzun sana farklı uğraşlar sağlar. Mesela, otomobillerin 4. vitesteyken hızlanması ya da sağa sola dönmesi, duruş halindeyken hızlandırılmasından, sağa sola döndürülmesinden daha kolaydır. İşte üretken insanlar ve kendini yetiştirmek isteyen insanlarla, üretmeyen ve kendini yetiştirmek istemeyen insanlar arasındaki fark da buna benzetilebilir. Üretici ve kendini yetiştirmek isteyenler, senin gibi zihinlerini sürekli hareket halinde tutarlar. Fakat diğerleri için çok sert bir şuta ihtiyaç vardır. Bunun için de yüksek bir performansa…
Aslında işlek ya da üretken zekalı olmanın yolu basittir. Böyle kişiler, her an, yapılan işte bir farklılık, bir zeka pırıltısı, bir espri ararlar. Bunu sürekli şekilde yaparak alışkanlığa dönüştürdüğünde kafa çalışmaya başlar. Böylece kendini zinde, aktif, işlek ve yetiştirici bir halde bulursun. Bu da seni sıradan fikirler üretmekten ve zaman kaybından kurtarır. Arkadaşların sıradan bir fikir üretmek için günlerce uğraşırken, senin kazandığın işlevlik hem farklılığını hem de çabukluğunu gösterecektir.
İşte bu işlevliği kazanman için çok pratik yapman gerekir. Bunun için de üretkenliğini hayatın her safhasında kullanmalısın. Zinde ve aktif halde bulunman, kimi zaman seni zorlayabilir ya da sıkılabilirsin. Fakat sonuç, seni her zaman mutlu edecektir. İşte sana örnek olacak bir hikaye daha anlatayım.
Bir istiridye komşu istiridyeye dedi: “İçimde büyük bir sancı var, bana çok ıstırap veriyor.” Diğer istiridye ona tepeden bakıp, keyifle karşılık verdi. “Gökyüzünü ve denizi huzurla seyrediyorum. Benim ne bir ağrım, ne de bir sızım var…” Oradan geçmekte olan bir yengeç, iki istiridyenin konuşmasını duydu. Keyiften dört köşe olan, o dertsiz istiridyeye; “İyisin, kedersizsin… Ama komşunun taşıdığı sancı, çektiği ıstırap gerçekte son derece güzel bir incidir.”
Bu yazıyı bizlerle paylaştığı için site üyelerimizden ayrisim’e teşekkür ediyorum.
gerçekten çok mükemmel bir başarı hikayesi…her zaman kısa ve öz konuşmak gereklidir.çünkü;başarının sırrı bence budur..
içimizde inciler olabilir ama kasılmamız gerekmez…
her acı çekenin içinde inci olduğunu varsaysaydık ohoo işimiz yaş olurdu…
onun için içindekileri boşalttıktan sonra bence önem kazanır o inci…
bilmem yanılıyor muyum ?
tşkler
Evet oldukça ilgi çekici bir yazı gerçekten herşeyi anlatıyor. Ben 18 yaşında bi delikanlıyım. Düşünün şu anki liderlerin çoğunun yaşı buyuk yani çoğunun artık liderleşmiş bir firması var. Peki bizim neyimiz eksik?
Benimde fikirlerim var benimde bir beynim var. Kısacası bu bir fırsat. Tabi nasip başta olmak üzere…
Süper bir başarı hikayesi…
İmkansız diye bir şey YOK!
Unutmayalım ki zararlarımız gelecekte karımız olur. Önemli olan hatalardan ders almak. Önemli olan zoru başarmak…İncilerimiz deneyim ve tecrübelerimiz…
Erişilmez diye bir şey yoktur… artık bun atüm kalbimle inanıyorumm… hepimizin mevlanın sevdiği kullardan olması dileğiyle….
Yapılmayacak hiç bir şey yoktur…zor başarılır imkansız zaman alır..