Psikologlar intihar etmenin, kontrol arayışının en son ve en uç noktası olduğunu keşfetmişlerdir: “Kontrol edebildiğim tek şey, hayatta kalıp kalamayacağımdır.”
Gerçekten durum bu kadar vahim mi acaba?
Herkes kontrolün elinde olmasını ister. Bu, bütün insanların en güçlü arzularından birisidir. Kontrolü elimizde tutamamaktan nefret ederiz. İngilizce’de halk arasında çok kullanılan ve benim “Kontrol Manyaklığı” olarak tercüme ettiğim bir terim (Control freak) bu konuyu olanca açıklığı ile ortaya koyuyor. Ne yaptığımızı, ne zaman ve nasıl yaptığımızı başka insanların ya da dış koşulların yönlendirdiğini hissetmekten ve kendimizin etkileyemediği güçler tarafından bir oraya bir buraya çekiştirilen kuklalar olduğumuzu hissetmekten daha kötü bir duygu yoktur. Askere giden gençlerimizin bu kadar mutsuz ve huzursuz olmasının en büyük nedeni de hiç bir şeyin kontrolünün ellerinde olmaması olsa gerek…
Hayatımızı başka biri veya başka bir şey kontrol ettiğinde ya mutsuzuzdur ya da üretken değilizdir ve bunun sonucunda kendimizi huzurlu hissetmeyiz. Ne yazık ki insanlar, kendi hayatlarını kontrol edemediklerini hissettiklerinden, huzur, üretkenlik ve mutluluğun bugün az rastlanan değerler olduğunu görüyoruz.
“Hayatımın kontrolünü elimden kaçırdım,” dediğiniz hiç oldu mu? Muhakkak olmuştur, olmadıysa zaten siz iflah olmaz bir kontrol manyağısınız demektir. Aslında “Kontrolü kaçırdım,” derken, hayatınızı oluşturan olayları kontrol edemediğinizi, olaylara tepki gösterdiğinizi ve yapmanız gereken şeyleri başkalarının sizin adınıza düşündükleri zamanlarda yapmakta olduğunuzu söylemektesiniz. Kontrolün elinizde olmaması korkunç bir duygu değil mi?
Siz böyle hissederken, çevrenizdeki herşeyi bilerek veya çoğunlukla bilmeyerek yani farkında olmadan kontrol etmeye çalışmanız da hayatın en büyük ikilemlerinden birisi değil midir?
“Hangimiz iş ortamındaki olayları tümüyle kontrol edebilmektedir?” diye sorsam, aklınıza ilk olarak kim gelirdi? Bazı uzmanlara göre bu sorunun cevabı orkestra şefi. Değneğini bir kaldırıyor orkestra her hareketine uyuyor. Mükemmel bir kontrol değil mi? Sizin hayatınız da böyle mi? Hayatımızdaki olayları bu derece kontrol edebilsek ne harika olurdu, değil mi? Genellikle insan hayatıyla direkt ilgili mesleklerde veya adrenalin histerisi bol olan hobilerde, riski azaltmak için olmazsa olmaz bir olgudur kontrol. Askerlik gibi, tıp gibi, havayolları gibi, denizyolları gibi, dağcılık gibi, ayağına lastik bir halat bağlayıp boşluğa balıklama atlamak gibi…
Buna karşılık en kısa ömür süresine sahip insanlar da orkestra üyeleri olsa gerek. Onlar tepkisel bir dünyada yaşıyorlar. Hayatlarını değnekli adama uymakla geçiriyorlar. Oysa asıl mesele şudur: Biz ne kadar kontrole sahibiz?
Hayatınızda hiçbir şekilde kontrolünüzün olmadığı olaylar olduğu gibi, tamamen kontrolünüz altında olan olaylar da vardır. İkisi arasındaki her şey kısmen kontrol altındadır. (Ne politik bir ifade oldu değil mi?)
Kontrol edemediğimiz bazı şeyler neler olabilir? Örneğin güneşin doğuşu-batışı, bazı hastalıklar, kasırgalar, depremler, ölüm, patronunuz, karınız-kocanız, çocuğunuz, kardeşiniz, borsa, derbi futbol maçlarının sonuçları… Hiç kontrol edemediğimiz şeylerin çok olması şaşırtıcı bir durum değil mi?
Önemli olan yaşamlarımızda kontrol edemediğimiz şeylerin varlığı değil, onlara nasıl tepki gösterdiğimizdir. En gerçekçi tepkilerden birisi uyum göstermektir. Onlarla birlikte yaşamalı, onlara ayak uydurmalıyız. Kontrol edemediğimiz şeyler yüzünden sinirlenmemiz anlamsızdır. Sinirlenmek yerine uyum sağlamaya çalışmazsak, geriye kalan tek seçenek sürekli stres altında olmaktır.
Kontrol edemediğiniz olaylarla karşılaştığımızda hangi duyguları hissederiz? Hayal kırıklığı, stres, öfke, korku… Bu kelimeler ne ölçüde özsaygı ile birarada bulunur? Açıktır ki çok düşük ölçüde. Kontrolün elde olmaması hoş bir duygu değildir.
Gerçi tamamen kontrol edebildiğimiz olaylar da vardır. Düşünün bakalım, neleri kontrol edebilirsiniz? Bu listeniz oldukça uzun olabilir. Bunların içinde, sabah ne zaman kalkacağınız, ne giyeceğiniz, birisinin davranışına nasıl tepki göstereceğiniz, ne yiyeceğiniz gibi şeyler bulunabilir. Bütün bu olayların bir tek ortak noktası ve odağı vardır. Kendiniz. Tam ve kesin olarak kontrol edebildiğiniz bir tek kendiniz varsınız. (Kendinizi de kontrol edemediğiniz hususlar varsa, bana değil, lütfen terapistinize bildiriniz…) Bundan başka her şey ya kısmen kontrol altında olabilir ya da hiçbir şekilde kontrol edilemez.
Kontrol edebileceğimiz şeyleri kontrol ettiğimizde hangi duyguları hissederiz? Kendimizi güvenli, mutlu, sevinçli, güçlü, hatta şaşırmış hissedebiliriz… Ancak kontrol bizdeyken hissettiklerimizi kapsayan iki kelime vardır: İç huzuru. İç huzuru nedir? İç huzuru hayatımızdaki olayları doğru kontrol ederek dinginlik, denge ve uyuma ulaşmaktır.
Asıl mesele hangi olayları kontrol edebildiğimizdir. Bu yüzden “olay kontrolü”ne odaklanmamız daha önemlidir.
Bazılarımızın kontolü ele alamamamızın nedeni kişisel şartlanmalarımızdır. Pek çoğumuz, elde edebileceğimizden daha azını kabul etmeye ve olabileceğimizden daha azını olmaya şartlanmışızdır. Buna “öğrenilmiş çaresizlik” de denir. Çok bilinen örneklerinde bunu açıkça görmekteyiz: Üstü kapalı kavanoza konulan pirelerin ne kadar yükseğe zıplasalar da kapağı geçemeyeceklerini öğrenerek kapak kaldırıldığında bile zıplayarak kavanoz dışına çıkamamaları, fillerin küçükken çok güçlü kazıklara bağlanmaları sonucu bu kazıklardan kurtulamayacaklarını öğrenerek daha sonraları çok güçsüz kazıklara bağlanmalarına rağmen kazığı topraktan çıkararak özgürlüğü seçememeleri, akvaryumdaki büyük balığın aradaki cam bölmeyi geçemeyeceğini öğrenerek aradaki cam bölme kaldırılınca bile akvaryumun diğer tarafına geçerek küçük balıkları yiyememesi sonucu açlıktan ölmesi gibi…
Bizler ne pireyiz, ne filiz ne de büyük balığız. Ama farkında olmadan pek çok yolla kendimiz ve çevremiz hakkında bazı şeylere inanmaya şartlandırılmış durumdayız. Eğer kontrolü ele almayı ve iç huzuruna ulaşmayı istiyorsak, bu şartlanmanın iki etkisini hayatımızdan çıkarmamız gerekir.
1. Kontrol edemediğimiz ama edebileceğimizi sandığımız olaylar vardır. Bizler hava durumundan şikayet ederek, eşlerimizi, çalışanlarımızı, veya çocuklarımızı kontrol etmeye çalışarak çoğunlukla boşa zaman harcarız.
Bazı olaylar tam anlamıyla kontrol gücümüzün dışında olmakla birlikte, nedense bunları kontrol edebileceğimizi kafamıza koymuşuzdur. Örneğin uzun bir süre, bir şekilde eşimi kontrol edebileceğimi düşünmüşümdür. Siz de arasıra bu yanılgıya hiç düştünüz mü? Hadi itiraf edin düşmüşsünüzdür, fakat karşılığını acaip bir şok dalgası ile ödemişsinizdir. Aranızdan bazıları hala eşlerini kontrol edebileceklerini düşünüyorsa kesinlikle yanıldıklarını söyleyebilirim. Başka insanları ya da onların yaptıklarını kontrol edemezsiniz. Onların davranışlarını etkileyebilir, ama kontrol edemezsiniz.
Peki, ya çocuklar? Çocuklarımızın büyürlerken bizim kontrolümüz altında olduklarını düşünebiliriz, çünkü doğduklarında bebeklikleri neredeyse tamamen bizim kontrolümüz altında başlar. Gerçi o dönemde de onlarla ilgili bazı şeyleri kontrol edemeyiz ama tamamen bize bağımlı yaşarlar ve pek çok şeyleri bizim kontrolümüz altındadır. Yine de her geçen gün biraz daha çok modelin “Kontrol Yok” tarafına doğru adım atarlar (veya emeklerler). Ergenlik çağına geldiklerinde modelin bu tarafına sanki sıçrarlar. Ümit edelim ki genç yetişkinler olduklarında, bizim kontrolümüzden nispeten çıkmış olsunlar. Kontrolün anne-babadan çocuğa geçmesine ne kadar yardımcı olursak, anne-baba olarak o kadar başarılı bir durumda oluruz.
Sonuçta, kendi çocuklarımızı bile kontrol edemiyorsak, bize o kadar yakın olmayan başka insanları kontrol etmeyi gerçekçi olarak nasıl umabiliriz? Kontrol edebildiğimizi düşünebilir ve bir yere kadar onların davranışlarını etkileyebiliriz, ama sonuçta başka insanların yaptıkları bizim kontrolümüz dışında kalır.
2. Buna karşılık, kontrol edebildiğimiz halde edemeyeceğimizi sandığımız olaylar vardır. Gerçekten kontrol edebileceğimiz olaylar da vardır, yalnız zihinsel ve duygusal olarak bunları kontrol edemediğimize inanırız. Pek çok insan aslında sevmedikleri işlerine mahkum olduklarını zannederler, oysa bu mahkumiyeti kendileri yaratmaktadır.
Aslında gereksinim ve istek yeterince büyükse, normalde kontrol edemeyeceğimize inandığımız her türlü olayı kontrol edebiliriz. Tek fark, kontrol etmeye ihtiyacımızın ve isteğimizin olmasıdır. Benim kişisel gelişimimde bir dönüm noktası olan bir olay kontrolünü size aktarayım.
1988 yazını bir yandan Tank Subayı, bir yandan da hava değişimi adı altında bana verilen şansı kullanarak turizmci olarak geçirdim. 1989 yazını da aynı şekilde turizmle uğraşarak geçirmeye karar verdiğimde olay kafamda bitmişti. Kontrolü elime aldım ve Ağustos başına kadar idare ettim. Fakat resmi şartlarda idare etmenin artık son noktasına gelmiştim. Sezonu Eylül ortasında kapatacağım kesindi, fakat daha bir buçuk ay süre vardı. Turizmcilik yaptığım yere en yakın askeri birliğe giderek 20 gün kadar istirahat almam gerekiyordu. Gittim ve vermediler. Nizamiyeden çıktım ve kuyruğu kıstırmış bir şekilde otobüs beklerken, yenilmişliği ve artık olayları kontrol edemememin verdiği huzursuzluğu en derinden hissettim.
Derken otobüs geldi, fakat ben binmedim ve tekrar nizamiyeden içeri girdim. Bu sefer o birlikteki devre arkadaşlarımdan birisini buldum ve onun aracılığı ile 23 günlük istirahati cebime koymuş olarak tekrar geri çıktım. O anda hissettiğim duyguların tek kelime ile ifadesi özgüvendir. O sene de 15 Eylül’ e kadar turizmcilik yaptım. Kontrol bende, güç bende idi.
Buna benzer birçok arkadaşım da hayatlarındaki kontrolü kendi ellerine alarak sevmedikleri, tatmin olmadıkları işlerini her türlü garantisi ile birlikte bırakarak yeni ufuklara yelken açmışlardır. Bunlardan birisi de hepinizin yakından tanıdığı Sevgili Ahmet Şerif İzgören’ dir.
Biz gerçekten kontrol edebileceğimiz şeyleri kontrol edemeyeceğimize kendimizi inandırır, sonuçta seçeneklerimiz tükenmemiş bir haldeyken vazgeçeriz.
Uzun lafın kısası kontrol edebileceğimiz ve edemeyeceğimiz olayların farkında olabilmek çok önemlidir. Bu farkındalığı nasıl elde edebileceğiniz konusunu, artık siz kendi kendinize halletmeniz gerekiyor. Kontrol edemeyeceklerinizi kontrol etmeye çalışarak enerjinizi boşa harcamamanızı, kontrol edebileceklerinizi kontrol etmeye çalışMAyarak da enerjimizi ziyan etmememizi siddetle tavsiye ederim. (Ne demek istedimse……? Her iki durumda da bir enerji kaybı söz konusu… Bu iş, iki ucu boncuklu değnek!)
Olayların kontrolü ne kadar sizin elinizde olursa o kadar üretken olursunuz ve dolayısıyla kendiniz hakkında o derece iyi duygularınız olur. Aynı zamanda kendiniz hakkında ne kadar iyi duygularınız varsa o kadar olayları kontrol edebilirsiniz ve dolayısıyla o derece üretken olursunuz. Diğer taraftan ne kadar üretken olursanız o kadar kendiniz hakkında iyi duygularınız olur ve dolayısıyla olayların kontrolü sizin elinizde olur. Kısacası formül: Olay kontrolü = Üretkenlik = Özsaygı
Konuya kurumsal açıdan, yönetim adı altında şöyle bir göz atacak olursak; yönetim kontrol gücünün elinde bulundurulması demektir. Fakat sadece yöneticinin kontrolü elinde bulundurduğu sistemler çökmeye mahkumdur. Başarı, kontrolde herkesin pay sahibi olması ile gelmektedir.
Bilmek kontrol etmenin başlangıcıdır. İlk önce çalışanları her türlü konuda bilgilendirmek için iyi bir iletişim sisteminin kurulması çok önemlidir. Tabii ki sistemin kurulması yeterli değildir. Kurulmuş sistemin sürekli işletilmesi çok daha önemlidir.
Çalışanlar işletmenin nereye gittiğini de bilmek isterler ve daha da önemlisi kendi istedikleri, kendi kontrolleri altındaki istikamete gitmesini isterler. Bunun için de misyon ve vizyon oluşturulurken, kendilerinin de çorbada tuzlarının olmasını isterler. Eğer gidişatta biraz kendi kontrolleri varsa daha mutlu ve daha üretken olurlar.
Süreçlerde yani işlerin yapılışında da kontrolde pay sahibi olmak ister çalışanlar. O zaman da, kendi bölümleriyle ilgili kendi seçtikleri iyileştirme projelerinde çalışmak üzere kalite çemberleri, işletme genelindeki iyileştirme projelerinde çalışmak üzere geliştirme ekipleri, öneri kutusu, şikayet kutusu gibi sistemlerin kurulması ve işletilmesi önem kazanır. Çalışanlara yapılan anketler de bir o kadar önemlidir. Fakat anket sonuçlarını muhakkak yine çalışanların bilgisine, pardon kontrolüne sunmak gerekir.
Kısacası işletmelerde kontrolü çalışanlara aktardıkça daha çok başarı elde edilir. Toplam Kalite Yönetimi felsefesinin amacı ve yapmaya çalıştığı da zaten budur.
Not: Yukarıdaki makale, Hyrum W. Smith’ in “Hayatı ve Zamanı Yönetmenin 10 Doğal Yasası” adlı kitabının bir bölümü ve bu bölümü okurken benim aklıma gelenlerden oluşmaktadır.
Yazan : İbrahim Kuzu