“Beni neden anlamıyorsun?”
“Seni artık tanıyamıyorum…”
“Daha ne kadar açık anlatabilirim!”
“Ben sana böyle mi dedim?”
“Sanırım anlaşamayacağız.”
“Beni yanlış anladın!”
“Bunda anlamayacak ne var?”
Siz bu cümleleri ne kadar sıklıkla kuruyorsunuz ya da duyuyorsunuz?
İşin içine “anlaşılamamak”, “anlatamamak”, “anlaşmazlık” girdiği zaman çılgına dönebiliyoruz. Ruhumuz daralıyor, ses seviyemiz yükseliyor, kanımız çekiliyor, adeta beynimize kan sıçrıyor; çünkü karşımızdaki bizi “anlamıyor”!
Oysaki hem tane tane hem de defalarca anlatmanıza rağmen yine istediğimiz sonuca varamıyoruz.
Zannediyorum, birazdan yazacağım cümle, benzer durumlarda en çok kullandıklarımız arasında:
“Ben ne diyorum sen ne diyorsun!”
Peki, aynı dili konuşmamıza, benzer okullarda okumamıza, yıllarca aynı evde yaşamamıza, günümüzün büyük bir bölümünü birlikte geçirmemize rağmen neden çoğu zaman anlaşamıyoruz?
Bu sorunun sihirli bir cevabı var, o da sözlüklerimizin farklı olması…
Maalesef ki ortaklaşa kullandığımız koca koca sözlükler, çoğu zaman insanların bizi direkt anlaması için yeterli değiller. Doğduğumuz hatta belki de anne karnına düştüğümüz andan bu yana, kendi sözlüğümüzü yazıyor, güncelliyor, temizliyoruz. Bazı kelimeleri atmaya kıyamazken, bazılarının varlığından bile haberimiz olmuyor. Kelimelerin tanımlarını da deneyimlerimizden yola çıkarak yazıyoruz. Sonra da dünyayı ve insanları anlamaya çalışırken, açıp açıp sözlüğümüze bakıyoruz.
Özgürlük kelimesini, mutlu yaşayabilmek için gerekli koşulları sağlayabilmek olarak tanımlayan Ayşe’nin, sonunda mutsuzluk da olsa, istediğini yapabilmek olarak tanımlayan Ali ile çatışmaya girmesi olasıdır.
Bencillik kelimesinin anlamını sözlüğüne “kendini mutlu etmezsen, kimseyi mutlu edemezsin” olarak yazmış Zeynep ile “sadece kendi çıkarlarını düşünmek” olarak yazmış Kaan’ın birbirlerinin hareketlerine anlayışla yaklaşmaları zor olacaktır.
İstemediği bir teklife “Hayır” diyebilmeyi özsaygı olarak tanımlayan Ahmet’in davranışları, “hayır” demeyi etrafındakilere saygısızlık yapmak ya da kalplerini kırmak olarak anlamlandıran Mehmet’e garip gelecektir.
“Doğru karar alabilmek” eyleminin kendi sözlüğündeki karşılığı “kalbinin söylediği karar” olan bir arkadaşla, aynı eylemin karşılığını “mantığının söylediği karar” olarak ifade eden iki arkadaşın bir konuda ortak çözüme kavuşmaları uzun zaman alabilir, hatta o çözüme hiçbir zaman kavuşamayabilirler.
Mantığa başvurmadan karar vermenin saçmalık olduğunu düşünen kişi, arkadaşının nasıl bu kadar duygusal olabildiğini hiçbir zaman anlayamayacaktır.
Dünyada bu kadar çok sözlük varken, orta yolu nasıl bulacağız?
Hepimiz sadece kendi sözlüğümüzü referans alırsak, birbirimizi nasıl doğru anlayacağız?
Bu sorunun da güzel bir cevabı var muhakkak: Soru soracağız…
Biri sana “beni rahat bırak” dediğinde ona “rahat olmak” ile neyi ifade etmek istediğini sorman gerekir. Onun sözlüğünde “rahat olmak”, senin sözlüğündeki tanımından çok farklı olabilir ve sen, karşındakini rahat bırakmaya çalışırken, ummadığın bir anda onu tamamen kaybedebilirsin.
Başarıyla tamamladığını düşündüğün bir projenin sonunda yöneticin sana başarısız olduğunu söylediğinde “başarı”nın onun için ne ifade ettiğini öğrenmezsen aklına ilk gelen şey istifa etmek olabilir.
Beynimiz ne kadar harika bir tasarıma sahip olsa da, tanıdığımız ve tanıyacağımız insanların sözlüklerini hiçbir zaman ezbere bilemeyecektir. Bilmesine de imkan yoktur.
“Bunda anlamayacak ne var?” dediğin anlarda durma ve ona kendi sözlüğünün sayfalarını göster.
“Nasıl bunu yapabilir!” diye düşündüğünde ise ona de ki: “Sözlüğüne bakabilir miyim?”
Yazan : Tuğçe Güçnar Kengil | kendinigelistir.com