Hayalleri yarım bırakmamak, okumanın önündeki engelleri kaldırmak gerekli. Çünkü her çocuğun kafasında “küçükken ne olmak istediğiyle ilgili” bir cevap vardır. Hatırlayın? Size de sorulmaz mıydı? Her çocuğa sorulduğu gibi bana da sorarlardı ”Okuyup ne olmak istiyorsun?”diye. Çok emin bir şekilde “Avukat olacağım” derdim. Avukatlık mesleği benim çocukluğumu süsleyen bir hayaldi. Kendimi bir avukat olarak hayal ederdim, elimde büyük bir evrak çantası, üstümde resmi elbiseler ve o cübbe mahkemede birilerini savunuyor görürdüm kendimi rüyamda bile.
İnsanların haklarını savunmak, mağduru, kendini savunmaktan aciz insanları müdafaa etmek benim zaten genel davranışımdı. Dayanamıyorum ben insanların haksızlığa uğramasına. Ayrıca suç işleyen insanlarında ‘bunu neden işlediklerini’ düşünürdüm. Benim gözümde suç işleyen insanların sebepleri de önemliydi. ‘Suçun genelde isteyerek işlenmediğini(!)’ düşünürdüm. Bu yüzden suçlu görünenlerin de hak ettikleri cezayı alabilmeleri için en güzel şekilde müdafaa edilmesi gerekir. Küçüklüğümden beri hep nedenleri sorgulardım. Bir şeyin nedenini öğrenmeden kabullenmezdim.
Biz küçüklüğümüzü şimdi ki gençlik kadar rahat yaşayamadık. Sorularımızın cevabını alacağımız internet gibi muhteşem bir teknoloji olmadığı için, birçok sorumuzu sormaya bile cesaret edemeden beynimizin içinde tuttuk. Bazı sorduğumuz soruların da yanıtını alamadık. “Çocuksun sen?” dediler kızdılar ya da kültürel olarak bu derece gelişmiş bir ortam olmadığı için o dönemlerde büyüklerimizde birçok sorunun yanıtını bilmiyordu.
Okumayı hep çok sevdim. Okula gitmek, geleceğe yönelik hayaller kurmak bana enerji veriyordu.
12 Eylül 1980’de ordunun darbe yaparak sıkıyönetim uygulamasının ardından 1982 Anayasası ve Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 3 yıl süren sıkıyönetim 1983 yılında genel seçimlerin yapılması ile bitmişti. 1981 yılında ortaöğretime evime kırkbeşdakika uzaklıkta yürüyerek ulaşılabilen bir okula kaydım yapılmıştı. Sıkıyönetimin devam ettiği bir dönemde başladığımdan dolayı ailem çok endişelenmişti. Hatta okula gitmemi istememişlerdi.
“Ben okumak istiyorum, dikkat ederim” demiştim.
İşte böyle bir ortamda ortaokula başlamıştım. Anneciğim hem okumamı istiyor hem de benim için çok endişeleniyordu. Özellikle günlerin kısa olduğu kış aylarında hava erken karardığı için, her zaman geldiğim yolun yarısına kadar yürüyerek beni karşılardı.
Çuval içinde cesetlerin kapı önlerine bırakıldığı sancılı bir dönemin toplum üzerindeki olumsuz etkilerinin olduğu, yağ’ın, şeker’in, gaz’ın (elektrikler sık sık kesilirdi gaz lambası yakardık) ve şimdi ki kadar çeşidin bol olmadığı ve bulunmadığı dönemlerde çocukluğumuzu yaşadık.
Sıkı sıkı tembihlerle okula gidiyordum. Her zaman aynı yolu kullanırdım ki yolun yarısına kadar gelerek beni karşılayan anneciğim üzülmesin. Aslında askeriyenin olmasından dolayı eskisi gibi değildi, her şey yoluna girmeye başlanmıştı ama anne yüreği yavrusunu düşünüyordu.
Orta 1.sınıfı başarı ile bitirip karnemi alarak eve geldiğimde, anneciğimin yüzündeki mutluluk görülmeye değerdi. Karne kutlaması için arkadaşlarla sinemaya gitmeye karar vermiştik. Arkadaşlarım izin alıp onlara katılmamı bekliyorlardı kapı önünde. İlk kez sinemaya gidecektim ve çok merak ediyordum. Ayrıca o zamanlar sinemaya gitmek önemli bir şeydi.
“Hayır!” dedi annem.
“Neden?” diye sordum anneme.
“Baban kızar, olmaz. Bir gün hep birlikte gideriz hem misafir gelecek.” cevabıyla gitmeme izin vermedi.
O hep birlikte gidiş hiç gerçekleşmedi. Oysa ki açıkhava sinemalarında ben doğmadan ve bebekken annemin kucağında, babamla çok gitmişim. İzledikleri bir sinema filminden etkilenerek filmin başrol oyuncusu Selma Güneri’nin adını beğenmişler ve benim ismimi “Selma” koymuşlar.
Annem bir şeye “Hayır” dediğinde o değişmez bilirim.
Dış kapının önünde bekleyen arkadaşlarımın yanına gittim ve “Misafirimiz gelecekmiş, katılamayacağım” dedim. Onlar sinemaya doğru giderken ben üzgün gözlerle arkalarından bakmıştım.
Babam kısa saçı hiç sevmez ama karne hediyesi olarak uzun saçlarımı kısa kestirmek için izin istediğimde. “Olur” dedi, nasıl sevindim anlatamam. Leydi Diana’nın saçları o dönem çok modaydı bende onun gibi kısacık kat kat kestirdim saçlarımı. Bu değişiklik benim çok hoşuma gitmişti, nihayet moralim yerine gelmiş bir şekilde babamın karşısına çıktığımda yine büyük bir hayat kırıklığı yaşadım. “Saçını kısa kesebilirsin!” derken babamın kastettiği omuz altında bir saç modeliymiş. Saçım uzayana kadar babam ile aramız biraz limoni oldu ama anneciğim her zaman ki gibi yanımdaydı ve aslında o bu saç modelini bana yakıştırmış ve beğenmişti. Anneciğimin beğenisi benim için çok daha önemliydi. Yalnız saçım uzayana kadar anneciğimin saçlarımla özellikle ilgilenmesi gerekti. Yataktan her kalktığım sabah saçlarım kısacık olduğu için dikik dikik oluyordu ve bundan dolayı anneciğim her sabah babam uyanmadan(beni öyle görmeden) saçlarımı ıslatıp, tarayarak jöleyle düzeltiyordu.
Orta 2.sınıfta da öğretmenlerimiz tek tek öğrencilere soruyordu “büyüyünce ne olacaksın?” diye. Arada ne olacağını bilemeyen arkadaşlar espri olarak “Anne olacağım” veya “Baba olacağım” diyerek hepimizin kahkahalarla gülmesine sebep oluyordu. Sıra bana geldiğinde ben yine her zaman söylediğim gibi kararlılıkla “Hukuk fakültesine gidip, avukat olacağım” demiştim. Orta 2.Sınıfı da başarı ile bitirip karnemi aldım. Bu sefer ki hediyem kırmızı ayakkabılardı. Ayrıca kot etek ve üstüne Carli’nin Meleklerinin (o zamanların en sevilen dizisinin) resminin olduğu bir tişört.
Yaz tatilinde bir gün ailece yemek yerken babam yüzüme baktı dikkatle ve “Maşallah kızım ne güzel kilo almış” dedi. Çok zayıf olduğum için kilo almama sevinmişti . Annem de baktı yüzüme ve elini boynun altına götürdü “Kilo değil bu, burada bir beze var” dedi. Babam hemen doktora götürmek istedi beni. Birlikte otobüse bindik fakat hastane yakınlarında otobüs arıza yaptı. 2 durak kadar yürümemiz gerekti. Ben son zamanlarda takılıp düşüyordum, bundan dolayı tökezledim, düştüm. Babam bu durumu yeni fark etmişti. “Neden böyle düşüyorsun?” dedi şaşırarak. Bende ayağımda beliren taban düşmesini söyledim “bundan dolayı herhalde!” dedim. “Doktora gitmişken bunu da söyleyelim, her halde ortopedik bir ayakkabı verirler düzelir” dedi babam.
Bu gün benim hayatımın dönüm noktasıydı. Hayallerim, hayatım bugün itibari ile değişmeye başladı. Doktorların ameliyat olmam gerektiğini söylemeleri ile birlikte 2 yıl süren ameliyatlar ve hastanelerle geçen günler başlamış oldu. Ameliyat süreci bittiğinde ben artık koltuk değnekleri ile yürüyen bir engelliydim.
O zaman bilmediğim ama 10 yıl sonra öğrendiğim gerçek ise yapılmış olan ameliyatların yanlış teşhis ve yanlış ameliyat olduğuydu.
Okulum ve hayallerim de o yıllarda yok oldu. Okula bir engelli olarak gitmem mümkün değildi. Ulaşım, mimari engeller ve dışlanmışlık endişesi beni içeriye yani evime kapatmıştı. Okumak istiyordum ama nasıl? Okuyup meslek sahibi olacağım hayallerime veda etmek, eve kapanmak, çaresizce umutsuzluğa doğru ilerleyen düşüncelerle geçen uzun yıllar.
Okuma hayallerime veda ettikten 10 yıl sonra Açık Öğretim Fakültesi’nden lisans mezunu olma başarımın hikayesi gelecek yazımda bulabilirsiniz.
Okumanın önündeki tüm engellerin kalkması dileklerim ile…
Yazar : Selma Gürbey / Engelsiz Kariyer
çok etkileyici bir hikaye devamını merak ettim doğrusu
Etkileyici yazı olmuş teşekkürler.Kendini geliştirmek adına insan her an adım atmalı…