Yapılan kariyer hatalarının en önemlilerinden birisi; yaptığımız işin yapmak istediğimiz işten farklı olmasıdır. Sartre’ın varoluşçu felsefesine göre “insan ne isterse o olur“. Kendimizi gerçekleştirmek için karakterimiz ile kariyerimizin uyuşması gerekir. Peki karakter – kariyer uyumunu sağlamak için neler yapmalı?
Esas olan, insanın “sahici” olması ve üretmeye, katkı yapmaya hevesli olmasıdır. Bence yeni mezunların uygulayacakları en etkili yöntem, önce tutkularını keşfetmeleri ve sonra bu tutkularını yaşayacakları işe girmek için yapacakları görüşmede bütün heveslerini ortaya koymalarıdır. Ben genç bir insanın göstereceği sahici bir iştahın karşısında kayıtsız kalacak bir yönetici tanımıyorum.
İnsanın Tutkusunu Bulması İş Bulmasından Daha Önemlidir
[highlight]Üniversiteden mezun olmak güzel bir son, zor bir başlangıçtır.[/highlight]
O zorlu sınavı aşıp da kendisine üniversitede -hele istediği fakültede- yer bulan öğrenci önce derin bir oh çeker; ama sonra üniversite sanki hiç bitmeyecek gibi gelir ona. İlk yıl, hemen her üniversitede en uzun hissedilen yıldır bana göre… İkinci sınıf ve sonrası daha hızlı geçer. Sonra bir bakarsınız üniversite göz açıp kapayana kadar bitivermiş.
Çocuk yetiştirme konusunda Türkiye olarak “ataerkil” bir toplumdan neredeyse “çocukerkil” bir topluma geçiş yaptık. Y kuşağını yetiştiren anne-babaların hayattaki en öncelikli konusu çocuklarının fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarıydı. Böyle bir ortamda büyüyen Y kuşağı, “kendini gerçekleştirme” konusunda daha önceki kuşaklara göre daha şanslı oldu.
Birçok araştırma, X kuşağına kıyasla, aileleri tarafından çok daha anlayışla yetiştirilen Y kuşağının kolay kolay “yuvadan uçmak” istemediğini ortaya koyuyor. Bu çocuklar, ev ödevlerinin yapılmasından antremanlara zamanında yetişmeye, sanat dersinden staj yapacak bir yer bulmaya kadar küçük- büyük her konuda anne-babalarının desteklerini aldılar. Çocukluklarını özgür ve rahat bir ortamda geçirdiler.
Önümüzdeki birkaç yıl içinde Y kuşağının tamamı üniversiteden mezun olmuş olacak.
Mezuniyet demek, sadece üniversiteden değil, “çocukluktan” da mezun olmak demektir. Yeni mezundan sadece iş bulup çalışması değil, içinde yaşadığı topluma kendi çapında bir katkı yapması da beklenir.
Yeni mezun için en önemli konu, hangi işte çalışacağıdır. Yaşam koçları, üniversite hocaları, ailede büyükleri, İK uzmanları, iş hayatına başlayacak mezunlara öncelikle “farklılaşmayı” tavsiye ediyorlar. Doğrudur, insanın rakiplerinden daha üstün niteliklere sahip olması iyi bir iş bulmada önemli bir avantaj sağlar. Yetkinlik demek iyi bir iş ve iyi bir gelir demektir. Üstün bir yetkinlik ise daha üstün bir gelir demektir.
Peki iyi bir işe sahip olmak insanı mutlu eder mi? Araştırmalar, insanın sevdiği işi yapmasının her şeyden daha önemli olduğunu; işini sevmeyen insanların mutsuz olduklarını söylüyor.
Ben sıradışı bir müzik yeteneği olan ve çok iyi piyano çalan ama piyano çalmaktan hiç hoşlanmadığı için yaptığı işi hiç sevmeyen sanatçılar tanıdım. Mühendislik doktorası yapmış olmasına rağmen tiyatro tutkusunun peşinden gidemediği için mutsuz olan arkadaşlarım oldu.
İnsanın her şeyden önce tutkularının farkına varması ve hayatını tutkuları doğrultusunda yaşaması gerekiyor. Aksi takdirde yaşanan hayatlar hep eksik, hep mutsuz oluyor.
Ben üniversiteden mezun olan gençlere ilk önce bu konuyu düşünmelerini öneririm.
İnsanın “tutkusunu keşfetmesi”, bir an önce iş bulmasından çok ama çok daha hayati bir konudur.
Pozitif psikolojinin kurucusu Martin Seligman, insanın kendisine sorması gereken en önemli sorunun, [highlight]“Hayatta beni ne heyecanlandırır?”[/highlight] sorusu olduğunu söyler.
İnsanın neyle heyecanlandığını keşfetmesi, onu hayattaki misyonuna yaklaştırır. Misyonu bulan insanlar çalışmayı, mücadele etmeyi, işin ayrıntılarına girmeyi hiç sıkılmadan yaparlar.
85 yaşındaki dünyanın 3 Michelin yıldızına sahip tek Suşhi şefi olan “Masterchef Jiro Ono” ileri yaşına rağmen hiç durmadan, aynı özen ve tutkuyla bu 3 yıldızı muhafaza etmek için çalışıyor. Çok ünlü olmasına rağmen hayallerini gerçekleştirmek üzere aslında bu yolculuğa daha yeni başladığını söylüyor ve hayatta mutluluk ve başarının sırrının “Mesleğinizi seçtikten sonra kendinizi işinize vermek; işinize aşık olmak ve hayatınızı becerinizde ustalaşmaya adamak.” olarak tarif ediyor.
Tutkuyla çalışan insanlar, her ne iş yaparlarsa yapsınlar, kendilerini gerçekleştirmek için bir coşku duyarlar.
Tutkusunu keşfeden insanların yaptıkları işe uzun süre emek vermeleri çok kolaydır. Malcolm Gladwell’in bir işte ustalaşmak için “harcanması gereken en az on bin saat” kuralı, tutkusunu bulmuş insanlar için çocuk oyuncağıdır.
Dolayısıyla aslında hayatta ne yapıyor olursak olalım her şeyin önüne önce heyecan ve tutkuyu koymak gerekiyor galiba. Gerisi kendiliğinden geliyor. Tutkuyla bağlandığımız iş ne olursa olsun insan severek çalışıyor hatta çalışmaktan kendini alamıyor ve bundan da hiç yüksünmüyor. Eğer yaptığı iş bir insanın tutkusu olursa o insanın zorlukları aşması, sebat göstermesi de çok kolay oluyor.
Böyle bir yoğunlaşma ve adanmışlıkla çalışmanın sonunda başarı da kendiliğinden geliyor. Tutkusunu bulan insanların bir süre sonra şan-şöhret sahibi olup para kazanmaları da hiç tesadüf değil. Onlar para kazanmak istemeseler bile para onları buluyor.
Gençlerin iş hayatına başlarken bu bakış açısını dikkate almalarını çok isterim.
Bütün yeni mezunların –eğer yapabilecek güçleri varsa- bir an evvel bir iş bulayım derdinden çıkıp “Hayatta ne yapmak bana coşku verir, benim için anlamlı olan nedir?” konusuna yoğunlaşmalarını önemsiyorum.
İş görüşmelerinde “Görüşmecinin gözünün içine bakacaksınız, elini ne çok yumuşak ne de çok sert sıkacaksınız. İyi bir giriş yaptıktan sonra, gösterilen yere oturacaksınız. Kollarınızı nereye koyacağınızı daha önceden düşünmüş olduğunuzdan rahatça yerleşeceksiniz.” gibi taktiklerin pek önemli olmadığını düşünüyorum.
Esas olan, insanın “sahici” olması ve üretmeye, katkı yapmaya hevesli olmasıdır. Bence yeni mezunların uygulayacakları en etkili yöntem, önce tutkularını keşfetmeleri ve sonra bu tutkularını yaşayacakları işe girmek için yapacakları görüşmede bütün heveslerini ortaya koymalarıdır. Ben genç bir insanın göstereceği sahici bir iştahın karşısında kayıtsız kalacak bir yönetici tanımıyorum.
Şurası bir gerçek ki iş hayatında başarımızı, bitirdiğimiz okullar ve yetkinliklerimizden daha çok nasıl bir “tutum” içinde olduğumuz belirler. Tutumumuz sadece işimizi değil hayatımızın tamamını etkiler.
Eğer insan bir işte çalışacaksa, o iş insanı mutlu edecek bir iş olmalıdır. İnsanın işinde mutlu olması paradan da prestijden de daha önemlidir.
Yazan : Temel Aksoy
tüm anlatılanlar gerçek yaşananlar paylaşım için teşekkürler.