Çok yakın bir arkadaşım var. Günlük hayat temposu, iş güç, çoluk çocuk derken istediğimiz ve özlediğimiz sıklıkta ve kalitede zaman geçiremeyiz bir türlü. Ama sohbet etmekten, dertleşmekten büyük keyif alırız hatta önemli hayat kararlarında ya da sıkıntılı anlarda birbirimize çok ihtiyaç duyarız. Bu zor yaratılan ve ikimiz için de değerli olduğunu bildiğim zamanlarda bile arkadaşım beni sinir eder. Tam sohbetimiz ilerlemişken karşımda bir anda duvar gibi bir sessizlik bulurum. Çünkü o sırada ya bir sms gelmiştir ya da ‘cevaplanması gereken’ bir e-mail. Arkadaşımın konsantrasyonu tamamen telefonuna kilitlenir ve ben onun tüm dikkatinin bir anda kesilmesi yüzünden kendimi giderek artan bir öfkeyle baş etmeye uğraşırken bulurum. Fakat Allah’ın sopası yok tabii…
İntikamımı arkadaşımın üç yaşındaki kızı alıyor. Zira onun da telefonla ilişkisi, annesininkinden pek farklı değil. Ortamda bulunan tüm telefonlara büyük bir iştah duyuyor ve iphone/ipad gibi cihazlar karşısında dış dünyayla iletişimini (bir çocuk için hiç de azımsanmayacak) bir süre için kesiyor. Çocukların ebeveynler için yorucu yoğun ilgi ihtiyacı düşünüldüğünde arkadaşıma bir rahatlama penceresi yaratsa da bu durum aslında oldukça büyük bir probleme işaret ediyor:Bölünmeyen biçimde verilen dikkat, bir ilişkinin en önemli unsurudur. Size konsantre olmayan biriyle bırakın bağlılık geliştirmeyi, iletişim kurmanız bile çok zor olacaktır. Dahası neye, nasıl konsantre olduğumuz ise düşüncelerimizi, davranışlarımızı ve dolayısıyla tüm yaşamımızı etkiler.Biliminsanlarına göre konsantre olduğumuz şeyler, beynimizdeki nöronları da kodluyor. Örneğin olumsuz olayları ‘kişisel’ alan kötümserlerin beyinleri, şu kodlamalara maruz kalıyor: “Her şey benim suçum, tüm bu tatsızlıklar kalıcı ve bundan böyle de her şey daha kötü olacak…” Ve bu tür bir bakış açısı, üzerinde çalışılıp kişi kendi kendini suçlamayı bıraktığında tüm yaşam senaryosunun değiştiğine şahit oluyoruz. Yani dikkat beynimizin temel yazılımıyla bu kadar alakalıyken onu, bol keseden ve özensizce harcamak aslında bize farkında olmadığımız zararlar verebiliyor.
Orlando’daki Disney World yöneticileri, birkaç yıl önce bir araştırma yaptırmış. Bir antropolog ve bir pazarlama uzmanından, parkı ziyaret eden çocuk ve bebeklerin en çok hangi Disney karakterleriyle, oyuncaklarıyla, oyunlarıyla ve aktivitelerle ilgilendiğini saptamalarını istemiş. İşin ilginç yanı araştırmacılar çocuk ve bebeklerin, ortalıkta dolaşan kocaman Mickey Mouse, Donald Duck gibi yüzlerce Disney karakterine değil, en çok anne-babalarının cep telefonlarına ilgi duyduklarını hayretle fark etmişler. Özellikle ebeveynlerin telefonlarını kullandıkları zamanlarda, çocukların ilgisinin iyice tavan yaptığını fark etmeleri ise bu durumda etkili faktörün, ‘dikkatin yöneldiği nesneye duydukları merak’ olduğunu anlamalarına yaramış. Yani çocuk, anne ya da babasının tüm ilgisini kendisinden çalan şeyin ne olduğunu merak ediyor, telefonu elektronik bir cihaz olarak ya da içindeki oyun yüzünden istemiyor. Üstelik de çocuğun, ‘anne-babasını kendisinden neyin çaldığını anlama isteğini’, çocuklar için dünyadaki en cazip mekanlardan biri olan Disney World bile erteleyemiyor! İnanılmaz çarpıcı değil mi? Tüm bunlar bana gösteriyor ki dikkat sarf ettiğimiz şeyler dünyayı nasıl gördüğümüzü, yaşadığımızı, nasıl ilişki kurduğumuzu, ilişkilerimizi ve ne miras bırakacağımızı bile etkiliyor. Ve başkalarının nelere dikkat harcadığını tam ve gerçekten anlayabilmek için önce kendimizinkileri keşfetmemiz gerekiyor. Yani anne-baba, yönetici, patron, lider vb. olarak bizim nelere dikkat ettiğimiz hem hayatımızı hem iş sonuçlarımızı hem de yakın çevremizi derinden etkiliyor.
Disney örneğinde mesela aileler çocukları için büyük zaman, para ve dikkat harcadıklarını ve çocuklarının yine de cep telefonlarına ilgili duyduğunu sanarak hayal kırıklığı yaşıyorlardır sanırım. Yani ebeveynlerin cep telefonlarına kendi harcadıkları dikkatin buna neden olduğunun farkında olduğunu sanmıyorum. Benzer biçimde odamıza bir şey danışmak için giren bir ekip arkadaşımızla konuşurken bilgisayarımıza baktığımızda ya da toplantı sırasında Blackberry’den e-mail cevapladığımızda yöneticimize verdiğimiz mesajın ‘alt metni’, “seni yeterince dikkate almıyorum” olabiliyor. Oysa bir insanın diğeri için yapabileceği en küçük (bazen de en büyük) şey onu gerçekten dinlemek olabilir. İşte bu yüzden yıllardır insan ilişkilerinin içine sızan teknolojiye ve sosyal medyaya büyük tepki gösteren Hıncal Uluç’u daha iyi anlıyorum şimdi. Ya da sizinle iş yemeği yerken cep telefonlarını sessize alarak ceplerine saklayan batılı yöneticileri daha çok takdir ediyorum artık…
Yazan : Burçak Güven / İşte İnsan
Kizim 14 aylik, telefon caldiginda hemen dude dude…deyip parmagi ile tefelonu gosteriyor,hic susmuyor taki ben telefonu alana kadar.