Sabahları 05.30 gibi kalkar, biraz evrenin sessizliğini dinler, sonrasında kahvemi içerken Mevlana’yı yazdıklarıyla içime çekerek ruhumu ve yüreğimi şarj ederim. Bu yılın başına kadar genelde Divan-ı Kebir’i okurdum, şimdilerde ise Mesnevi’yi ve Fihi ma-fih’i daha fazla karıştırırken buluyorum kendimi. Yazılarını sevdiğim Faik Özdengül seneler önce bana “Divan-ı Kebir Mevlana’nın Şems Tebriz-i ile karşılaşma sonrasındaki coşkulu döneme aittir. Duyguların seninde çok coşkulu anlaşılan ki daha fazla onu okuyorsun demişti.” Bu değerli tespitten yola çıkarsak demek oluyor ki içimin tek mevsiminin çiçekli bahar olması gerçeğiyle birlikte, ben ruhen çok daha dingin bir dönemdeyim şu sıralar…
Bu sabah yine Mesnevi’nin rastgele sayfalarını karıştırırken şunu okudum;
“Sen sanır mısın ki dert kötüdür. Hayır! Dert devaya bir davetiyedir. Dert ve düşkünlük yer alçağına benzer, deva ise suya. O yüzden nerede dert varsa deva oraya koşar. Neresi alçaksa su oraya akar. O halde derdini sev, ilahi rahmeti celbeden kırıklığını nimet bil. Zira İlahi yardım ihtiyaca göre tecelli eder. Dertli ol ki o seni iyileştirsin, fakir ol ki doyursun. Görmüyor musun, o ipek ağızlı bebek doğmadıkça annenin memesi kupkuru. Ne zaman ki bebek ağzını açar, Cenab-ı Hak o ağzı beslemeye anne memesini memur eder. Çocuk büyüyüp eli ayağı tutmaya başlayınca ona; madem artık aciz değilsin git de artık ekmek ye derler. Bebek gibi aciz ol, tam bir teslimiyetle Hakka karşı ağzını aç! Ta ki sana sebep memelerinden süt gibi nimetler aksın.”
Bunu okuduktan sonra aklıma Christy Brown ve annesinin tarifsiz mücadelesi geldi. Christy 1932 yılında Dublin’de bir duvarcı ustasının, doktorlar tarafından zihinsel engelli olduğu ve öleceği söylenen oğludur. 5 sağlıklı evlat yetiştiren anne bu durumu öğrendikten sonra onun bir insan olduğunu unutarak besleyip yıkayıp kenara koymayı kabul etmiyor, diğer çocuklarına nasıl davranıyorsa onada öyle davranmaya başlıyor. Her ne kadar anne oğlunun zekasında herhangi bir sorun olduğuna inanmasada Christy’nin hiçbir uzvu hareket etmiyor, konuşamıyordu. Anne oğlunun gerizekalı olduğunu söyleyen herkesle tartışır ve Tanrı’ya hep dua eder bu inancının doğru olduğuna dair ona küçücük bir işaret göndermesi için… Birgün anne diğer çocuklarına ders çalıştırırken Christy sol ayağını ilk defa hareket ettirerek kalemi ablasının elinden aldı ve ayağıyla defteri karalamaya başladı. Annesi gözyaşları içinde onun sol ayak parmakları arasına sıkıştırdığı kalemle yazmasına yardımcı olmaya çalıştı.
Bu ani gelişmeden sonra uzun süre bu hareketi geliştirebilmek için uğraştılar, Christy defalarca umudunu yitirdi ama annesi elini oğlunun omzundan hiç çekmedi, onun daha fazlasını yapabileceğine inandı. Christy 6 yaşına geldiğinde sadece sol ayak parmaklarıyla kendini ifade eder hale gelmişti. Konuşamıyor, kendi başına hiçbir şey yapamıyor olsada zihinsel özgürlüğünün anahtarı sol ayağıydı artık. Yazmayı ilk istediği kelime A-N-N-E olmuştu!
Christy’nin yaşı ilerledikçe kendi görüntüsünden nefret etmeye, utanmaya, kıvrık duran ellerini yılana benzeterek onlardan korkmaya başlamıştı. Yüzünü insanlardan saklamak istiyordu. Fakat annesinin ona olan sonsuz ilgisi, şefkati ve inancı her seferinde onun mücadeleden vazgeçmesini engelliyordu. Annesiyle tek yürek ve tek nefes olmuşlardı. Artık sol ayağıyla yazarak okumayı öğrenmişti ve güzel resimler çiziyordu. 12 yaşındayken yaptığı bir resimle Sunday Independent Dergisi’nin çocuklar arasında düzenlediği resim yarışmasını kazandı. İyice cesaretlendi. Zamanla yazdıklarına duygularını eklemeye başladı, zorlu bir yaşamın üstesinden nasıl geldiğini farketti ve bunu kalemine ekledi. Annesine minnettardı. Yazdıklarını okuyan herkes çok beğeniyordu. Birgün doktorlarından birisi Christy ve ailesininde davetli olduğu bir toplantısının sonunda sürpriz yaparak Christy’in otobiyografisini okudu. İlk başlarda ilgilenmeyen seyirciler bile birsüre sonra büyük bir sessizlik ve merakla dinlemeye başladılar. Okuması bitince doktor kocaman bir çiçek demetiyle Christy’nin annesinin durduğu yere gitti. “Sizin için bayan” diyerek çiçekleri anneye verdi. Gözyaşlarına karışmış alkış sesleri salondan dışarıya taştı.
İnsanın yüreğini derinden sarsan pek çok olumsuz olay yaşamasına rağmen vazgeçmeyerek 1954 yılında “Sol Ayağım” isimli kendi hayat hikayesini anlatan bir kitap yazdı. Kitap tüm dünyada inanılmaz satış rakamlarına ulaştı. Anne sevgisinin, dayanışmanın, güvenin ve tek beden olabilmenin bir başarı hikayesine dönüşmesiydi bu adeta. Sonraki yıllarda yazdığı büyük eserlerle Christy Brown edebiyat tarihine adını kazıdı. Ve tüm bunları bedeninin sadece hareket eden tek uzvu olan sol ayak parmaklarını kullanarak yaptı. 1981 yılında ölen Christy’nin ardından “Sol Ayağım” isimli eseri sinemaya uyarlandı ve hem Christy’i hem anneyi canlandıran oyuncular Oscar ödülünü aldılar.
Zorluklardan, engellerden, baskılardan, talihsizliklerden şikayet etmek yerine yılmadan yüksek farkındalıkla mücadele edersek, İbn Arabi’nin dediği gibi kainattaki her şeyin aslında okumamız için bize gönderilen bir mektup olduğunu düşünürsek ve hele hele Christy Brown’un annesi gibi bize inanan insanlar varsa yaşantımızda, kendimize kendi zihnimizin oynadığı “yapamazsın, başaramazsın, kaybedersin” gibi oyunlardan başka kim engel olabilir ki aslında! “Ey gayretsiz heveskar! İşte direk işte ip. Çıkmak istiyorsan durma ipe asıl. Ama sende o gayret yoksa, suçu ipin çürüklüğüne direğin yağlı oluşuna bağlama. Anlaşılan sen bir kalpazansın, yükselmeye niyetin ve o yolda akıtacak terin yok ki böyle bahanelere sığınmadasın.” der yine Mesnevi’de.
Beyaz bayrak sallayıp teslim olmak yerine çaba gösteren herkes elbet birgün kazanır! Hayallerimiz ve niyetimiz ölçüsünde kazananlardan olmak dileğiyle.
Yazan : Hülya Konar / hPozitif
gercekten bu sıtede eokudugum en guzel yazılardan brı bayıldım..ve mesnevıyı okumaya karar verdım :)ayrca sol ayagm ktabnı da..