Hepimizde, hayallerimizi gerçekleştirecek o potansiyel ve ışık var aslında. Önemli olan, kendimizin ve sahip olduğumuz değerlerin farkında olabilmek. Farkında olup, ‘olmaz’ dediğimiz kalıpları kırarsak, herşey bambaşka olacak… Yağmurlu bir gündü. Vapurda pencere kenarına oturmuş, elimde çayım, denize baktığımı sanıyorum ama, öyle derin düşüncelere dalmışım ki, aslında bakar kör durumundayım. Yaşam denilen yumağın içinden yol bulmaya çalışıyorum. O anda, bir martının çığlığı beni düşüncelerimden kopardı. Baktım martıya o an… Fütursuzca gökyüzünde bembeyaz kanatlarını çırpmasını gıpta ettim. Ne şanslısın! Hayatta tek derdin gününü kurtarmak; bizim gibi geçim derdin yok, iş aramıyorsun, yabancı dil sorunun yok. İnsanoğlundan, iş ararken, bir yabancı dil değil ikincisini de istiyorlar, o yetmedi, bir de tecrübe… Ama yaşının da genç olması şart! O yetmedi, bir de sınavlar… İşe girmek için sınav, yürümek için sınav, hava almak için sınav. Her yanımız sınav… Ah martı mı olsaydım, diye düşünüyorum. Kafka’nın ‘’başkalaşması’’ gibi bir sabah martıya dönüşüvermek. Onun gibi hür olmak ve enginlere özgürce kanat çırpabilmek. Hâlbuki uçabilmek, şişko kedi Zorbas’ın dediği gibi yalnızca cesareti olanların işi, diye düşündüm. Bu da bana annemin anlattığı Şahin ve Kral adlı hikâyeyi anımsattı:
“Uzak ülkelerin birinde şahinlere düşkün bir kral yaşarmış. Bir gün krala hediye iki yavru şahin getirmişler. Kral, onların sağlıklı büyüyüp uçmalarını sağlamak için, elinden geleni yapmış. Büyüdükleri zaman sabırsızlıkla beklediği an gelmiş ama gelin görün ki, bir şahin, bahçenin semalarında uçarken öbür şahin, dalından hareket bile etmiyormuş. Kral bunu görmekten hasta olmuş, ülkenin tüm doktorlarına haber salmış. Ama şahin bir türlü uçmuyormuş. Bunun üzerine kral vezirine derhal emir verip, tebaasına bir ferman yollatmış. Şahinini kim uçurursa, onu hemen mükâfatlandıracakmış. Bunu duyan herkes akın akın saraya gelmiş ama şahinde bir hareket yokmuş. Bir gün, zavallı bir çoban saraya gelmiş ve şahinin yanına gitmiş. Aradan saniyeler geçmesine rağmen kral, bahçenin semalarında şahinin uçtuğunu görmüş. Sevincinden ne yapacağını şaşırmış ve hemen çobanı yanına çağırmış ve ödülünü verip bu işin sırrını sormuş. Utangaç çobanın yüzü kızarıp, şöyle demiş:
-Kralım sadece üstüne tünediği dalı kestim, o zaman şahin uçmayı bildiğinin farkına vardı. ”
Her insanın ayağında uçmasını engelleyen görünmez bir dal vardır. Belli bir çevre içinde yaşadığımız için, bu yerin vazgeçilmez olduğuna inanmışız veya inandırılmışızdır. Gözlerimize at gözlüğü taktığımızdan (ya da taktırıldığından) sadece bellediğimiz şeyleri yapıyoruz. Tabii bu da kolayımıza geliyor. Neden diye sorulduğunda ise, alışkanlık deyip geçip gidiyoruz. Sürekli olarak kendi değerlerimiz, korkularımız ve kısır döngülerimizle yaşadığımızdan bu durum, farkına varmadan bizi esir alıyor ve dışına çıkmak istediğimiz zaman ise “aman boş ver” , “böyle gelmiş böyle gidecek” demek kolayımıza geliyor. Alışkanlığın dışına çıkmak zordur. Hayallerimiz var ama risk almak istemiyoruz, ailelerimiz gibi yaşamaya devam ediyoruz. Başarısızlık ve “âlem ne der” denilen korku girdabından bir türlü kurtulamıyoruz. Bir gün bu zinciri kırmak lazım, diyoruz ama hep lafta kalıyoruz değil mi? Kıranlara ise imrenerek bakıyoruz, onların ne kadar zorluk atlattıklarını düşünmeden.
Her insanın uçmak için bir potansiyeli var. Sorun bunun farkına varabilmesidir. Bence iki tip insan vardır: Bir kısmı tavuklar gibidir, kanatları kullanılmadığı için körelmiştir. Kendi çevrelerinde bildikleri gibi ‘‘annelerinin margarinini kullanmaya devam ederek ’’ yaşarlar. Şikâyetlerinin sonu yoktur. Diğer taraftan kendi dalını bırakıp uçarak Martı Jonathan gibi bulundukları yerden daha yükseğe uçmayı başaranlar: Bunlar artık kartal olmuşlardır.
Her şey bizim kararımıza bağlıdır: Ya tavuk gibi olup kartallara özenip ama değişiklik yapmadan şikâyete devam edeceğiz ya da kartal olmayı seçip riskleri göz önünde bulundurarak hayallerimizi gerçekleştireceğiz.
KAYNAK : Matilda Levi / ‘Martıya Uçmayı Öğreten Kedi, Luis Sepulveda, Can Çocuk Yayınları.
çok güzel bir yazı ama yazınızda belirtildiği gibi sanırım bizi bu duruma inandırmışlar işte bizim hastalığımız bu…!
ÇOK GÜZEL HAYATIMA GEÇİRMEK İSTERİM
Çok güzel bir yazı. Bunu hayatına uygulamak isteyen o kadar çok kişi var ki.
İşte insan hayatı boyunca yaşam şekline göre kendi secimlerini ogreniyor. Belli zamandan sonra kapasitesine alışıp o kısır döngüye hapsoluyor. Çıkmak içinde bir çobanın gelmesini bekliyor. Ama istese kendisi de yapabilecegini bilmiyor. Dediginiz gibi , ” Aman boşver boyle gelmiş boyle gider ” cumlesi bir anda ortaya cıkıp tum hedeflerimize tutsak oluyor…
Teşekkürle bu güzel hikaye için.
Uçmak ayağının yerden kesilmesi demek değil ? Degisiklik yapın eskilerden vazgecin
bu yazı tam beni anlatıyor.Hergün aynı şeyleri yaşıyorum ve aklımda ki fikirleri bir türlü hayata geçiremiyorum nereden başlamalıyım… nasıl başlamalıyım bilmiyorum sonrada sadece sızlanıyorum:((
Tavuklar ve Kartallar demeyin.
Hikaye çok güzel :)